Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Aziz Barnabas'ın yazdığı İncil "Muhammed Peygamber'in geleceğini haber verdiği için" zamanın kilise despotları tarafından külliyattan çıkarılmıştı.
Ancak İran'ın Vatikan Büyükelçiliği tarafından "tekrar basımı" yapıldı.
Aziz Barnabas'ın bu İncil'i İslam üzerine polemiklerde önemli dayanaktır.
Hadise, daha Muhammed Peygamber'in doğumundan ve İslam'ın tek tanrılı büyük bir din olarak geniş coğrafya kazanmasından yüzlerce yıl önce, Hıristiyan toplumlardaki "önyargıyı" ortaya koyuyor.
Hatta, "ön tavır"dır bu. Bilinmeyene ve bilinmek istenmeyene karşı, onun oluşumundan yüzyıllar önce duvarlar çekilmiş.
Haçlı Seferleri ve Osmanlı'nın İstanbul'u alarak Avrupa'ya yayılması ile keskinleşmiş.
Son elli yıldır genel bir söylem olan "terör" ile İslami şiddet eylemleri, zihinlerde adeta örtüşür hale getirilmiş bulunuyor... Biri, diğerine çağrışım yapıyor. Terörle hiç ilgisi olmayan Müslüman toplumlar ve bireylerin üzerine doğru genişleyen kara bir bulut oluşmakta.

İslam nüfusun üçte biri kendi ülkelerinin dışında, özellikle Batı ülkelerinde yaşıyor.
Genellikle büyük kentlerin ucuz işgücü olarak kenar mahallelerde oturuyor, kenar mahalle sosyal kurallarıyla yoğruluyorlar.
Yani... Batı'da büyük bir İslam diyasporası var.
Günlük kapkaç, cinayet, yaralama, haraç gibi adi suç istatistiklerinde onların gençleri ilk sırada.
Elbette aralarında okuyan, itibarlı meslekler kazanarak "yırtanlar" var. İşadamlığında yıldızı parlayanlar, sporda ve özellikle futbolda isim yapanlar çıkıyor.
Ancak, daha Muhammed Peygamber'in doğuşundan yüzyıllar önce örülen duvarın diğer yanındaki "ötekiler" kimliği sürüyor.

İslami terör simgesi El Kaide militanlarının İkiz Kuleler'e intihar saldırıları, İslama karşı Batı'daki paranoyayı daha da derinleştirdi.
11 Eylul'ü yapanların kimlikleri açıklandıkça, ortaya şöyle bir gerçek çıktı; "Bu intihar saldırısını gerçekleştirenlerin hepsi Avrupa'nın, ABD'nin büyük kentlerinde yetişmiş, yıllarca Batılılarla yaşamışlardı. İslam diyasporasının ürünleriydi. Yani, kendi içlerinden çıkmışlardı..."
Irak'ta birbiri ardına konan kanlı eylemler de "özgürlük direnişi" gibi hak iddiasına dayansa bile Batı'nın toplum psikolojisindeki paranoyayı yükseltiyor. Önceleri ABD güçlerine saldırılar ve sabotajlar Avrupa'nın yeni dünyalılara yukarıdan bakışları nedeniyle biraz görmezden geliniyordu ama özellikle İtalyan askerlerinin öldürülmesiyle ve Birleşmiş Milletler güçlerinin de hedef alınmasıyla, Avrupa'nın kaba etlerine çivi batmış oldu.

Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği için görüşmelerin başlama tarihi bağlamında 2004 "dönüm yılı".
Yukarıdaki satırlarda çizdiğim sosyal ve siyasal iklim koşulları o nedenle önemli. Türkiye, bu paranoyanın diğer islam ülkeleri adına bedelini ödemek gibi bir durumla karşılaşabilir. Bu olumsuzluk seçeneğine karşın "olumlu" boyutu da üretmek mümkün.
Türkiye, laik devlet ve seküler toplum anlayışını, İslam dünyasına model olabilecek demokratik yapısını öne çıkarttığı ölçüde koşulları kendi lehine çevirebilir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Almanya ve Güney Kore, Sovyetler'in egemenlik alanındaki Doğu Almanya ve Kuzey Kore'ye karşı Batı'nın küresel iddia vitrinleriydi.
Bütün olanaklar ve özen bu iki ülkeye yoğunlaştırıldı.
Bir ideolojinin üstün gelmesi için simge ülkeler oldular, bu iddia başarıya ulaştı.
Acaba çağın gerisinde kalan yönetimleriyle, sosyal dokularıyla uygarlığa karşı tehlike olarak görülen İslam ülkelerinde dönüşümü özendirmek üzere Türkiye, böyle bir demokrasi iddiasının simge ülkesi konumuna getirilemez mi?
Böylece Türkiye, Kıbrıs'tan tutunuz, bölünme tohumları atabilecek dayatmalara kadar bazı zorlamalar olmaksızın, AB uygarlık projesinde yerini alabilir.
Eksilerden artı üretmek gerek.
Zor ama Barnabas'ın öteki İncil'i kabul ettirmekten zor değil.