Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Boğaziçi Üniversitesi Fizik Profesörü Levent Kurnaz akılların karıştığı Japonya’daki nükleer sızıntıyı, havadaki nükleer bulutları “anlaşılır” bir açıklıkla anlatıyor.
Önce...
Prof. Kurnaz’ın ortaya koyduğu gerçeğe işaret edeyim.
Nükleer sızıntı nedeni 8,9 büyüklüğünde deprem değil, daha sonraki “tsunami...”
Türkiye için nükleer santralların kurulması tartışmalarında öne çıkan “bu coğrafyanın deprem kuşağında olduğu” gerekçesi için “deprem değil, tsunami” söylemi önemli.
Aşağıda sapla samanı ayırarak bu olayın tahlilini Prof. Levent Kurnaz’ın satırlarından yansıtıyorum.

ÇERNOBİL FARKI
Önce “Çernobil’de ne olmuştu“ sorusunun kısa cevabı:
Çernobil eski tip reaktörlerdendi.
Bir “deneme” reaktörü olduğu için güvenlik önlemlerinden yoksundu.
Yüksek basınç altında reaktörün binası havaya uçunca nükleer sızıntı atmosferde 10 bin metre yüksekliğe kadar yayıldı.
İzlanda’daki son yanardağ patlamasının da bize öğrettiği gibi 10 bin metre yüksekliğe çıkan tozlar, rüzgârlarla çok uzak mesafelere taşınabilir.
Burada en önemli ifade olarak “Çernobil’in deneme reaktörü olduğunu ve eski tip reaktörün tüm güvenlik sistemlerinden yoksunluğunu” vurgulamak isterim.
Japonya ise modern ve güvenlik sistemlerine sahip.
O nedenle 8,9 depremine bile dayandı.
Sorun ardından gelen tsunamidir.
Onu da Prof. Kurnaz’ın satırlarıyla ve kısaltarak yansıtıyorum:

JAPONYA KIYAMETİ
Deprem anında Fukushima Daiichi’deki nükleer santralın 6 reaktöründen sadece 3’ü çalışır durumdaydı.
Diğer 3’ü kullanılmış nükleer yakıtı depolamak ve soğutmak için kullanılıyordu.
Deprem alarmı alınır alınmaz çalışmakta olan 3 reaktör hemen kapatıldı ve soğutma durumuna geçirildi.
Elektrikler kesilmişti.
Bunun üzerine devreye sokulan jeneratörlerle soğutma sürdürüldü.
Ancak sorun burada başladı.
Yaklaşık 1 saat sonra tsunami “nükleer santralın bulunduğu coğrafyayı” vurdu.
Jeneratörler çalışamaz hale geldi.
Bu kez mühendisler soğutma pompalarını pillerle beslemeye aldılar.
Piller de yaklaşık 8 saat sonra tükenince reaktörleri soğutma süreci kesildi.
Reaktörlerin iç ısıları artmaya başladı.
Reaktörlerin iç koruma kabını korumak için basınç dışarıya verildi.
1. ve 3. ünitenin en dıştaki binaları havaya uçtu.
Televizyonda gördüğümüz patlamalar bunlardır ve kaza sonucu değil, bilinçli olarak ana koruma kaplarını korumak için yapılmıştır.
2. ünitede de benzer bir patlama oldu.
Ancak patlamayla dışarı çıkan radyoaktif maddenin miktarı yüksek ve bunun anlamı reaktördeki uranyum çubuklarını kaplayan zirkonyum kılıflarının zarar gördüğüdür. Çubuklar suyla temasa geçmiştir.
Artık son tedbir olarak sürekli ısınan uranyum çubuklarının bulunduğu ve suyla temas olan koruma kabının bir şekilde soğutulması zorunluluğu var.
Bu da kabı ve koruma binası arasını deniz suyu çekilerek soğutmak yöntemiyle sağlanmaya çalışılıyor.
Nükleer santralın deniz kıyısında inşa edilmesi soğutmada son çare deniz suyu olduğu için mi?
....................
Yukarıdaki yazılar için başarılı gazetecilik örneği veren T24’te ayrıntıları bulabilirsiniz.

Haberin Devamı

Çamurda kara zambak
İbrahim Tatlıses için üstat Cemal Süreya’nın bu tanımını sevdim.
3 sözcükle bir “İbrahim Tatlıses yaşamını ve tahlilini” tuğla kalınlığında kitap kadar anlamlı ortaya koyuyor.
Mağarada doğmuş, toplumun en alt yaşam koşulları, en zor kesitinde hayatta kalmak ve kendini ifade edebilmek kavgasını vermiş, çamurda açan zambak olmuş, siyahın tüm renklerini dokularına almış.
Zambak rengi beyazdır.
Çamurda yetişen tek siyah zambak o.
Hem koparılmak hem koklanmak istenen...
Cemal Süreya “99 YÜZ” adlı kitabında “İbrahim Tatlıses” başlığı altında onu da anlatıyor. Kısaltarak yansıtıyorum:
Arabeskin üç devi şu üç ünlemle özdeşleştirilebilir.
“Of”: Orhan Gencebay.
“Ah”: Ferdi Tayfur.
“Allah Allah”: İbrahim Tatlıses.
İl ikisi “öç alarak” mazoşisttir.
Tatlıses’te ise yaşam itisi var.
Evlere girdi, sosyeteye bile sızdı.
Duygu iletişimiyle büyük kentleri tuttu.
Kendine güveniyor.
Başarıyla başı müthiş dönmüş alt kültürdeki yerini değiştirivermesi beklenebilir.
Cüretli, dobra ve içten...
Türkiye’deki kabadayı gerçeğinin kendinden de geçmesi özleminde.
“Devlet işlevi” görüyor kabadayılıkta.
Sesi, müziği, sineması, sahnesi yani tümüyle sanatçı kişiliğinin ikizi olan “doğası, karakteri” ile İbrahim Tatlıses olayını ustaca nakşeden Cemal Süreya’ya şapka.
Saba Tümer’in CNN’deki programına takıldım kaldım.
Yakın zamanlarda İbrahim Tatlıses’le yaptığı söyleşinin tekrarını izledim.
Tatlıses “beni koruyan bir gizemli güç var, belki de atam şıh Geylani” diyordu.
“Kendisine yapılan saldırılardan her defasında küçük sıyrıklarla kurtulmuş olduğunu” söylüyordu.
Bu kez de galiba o gizemli güç tarafından korunmuş olabilir.
Kafatasından kemik parçaları kopararak beyninin bir bölümünü delip geçen kalaşnikof kurşununa rağmen hayatta kalmak bu inancının kanıtı.
Hastaneden gelen haberler de “ümit veriyor.”
Doktorun elini sıkmış, konuşmaya başlamış.
Beynin en az hasar izleri kalabilecek noktasından vurulduğu için “yeniden müzik yapabileceği” de konuşuluyor.
Ha gayret “kara zambak...”
................
Not: Türk edebiyatının en önemli isimlerinden Cemal Süreya’nın anlatımı elbette daha uzun.
Ancak yer darlığı nedeniyle kısaltmalar yaptım.