Özal ameliyat için Huston’a “Ana” adlı Başbakanlık uçağıyla giderken, ben de bir başka uçakta Özal’ın kurmaylarıyla birlikteydim.
Hatırladık-larım, Güneş Taner ve Merkez Bankası başkanlığına yeni getirilmiş olan Rüştü Saraçoğlu...
Siyaset geyiğine zaman zaman katılmakla beraber Saraçoğlu elindeki kitabın sayfalarına adeta gömülmüştü.
Sanıyorum kitabın adı “Temple (Tapınak)” olmalı.
ABD’nin “Merkez Bankası” denebilecek “Federal Bank’ın” eski başkanı tarafından yazılmış bir kitap.
“Tapınak” anlaşılan “Federal Bank...”
“Dini-imanı para” diye bir laf vardır.
O inanç gezegeninin tapınağı da suyun başının tutulduğu “Federal Bank” oluyor.
Bir ara Rüştü Saraçoğlu kitaptan okuduğu bir anekdotu bizimle paylaştı:
Devleti yöneten 100 isterse, 80 vereceksin.
80 isterse, 50 vereceksin.
Ne isterse daha azını vereceksin.
Ama..
Kesinlikle “hiç vermem” demeyeceksin.
Bunu yaparsan kendine iş ara...’
...........................
Yani...
Siyasi iktidar merkez bankalarından istekte bulunur.
Piyasaya para çıkarması bu isteklerin başında gelir.
Tabii bunu “özerkliği” zedelemiyormuş gibi oynayarak yapar.
Merkez bankalarının başkanları bunu anlarlar.
Gereğini -indirimli- yaparlar.
Ama...
Mutlaka yaparlar.
...........................
Sadece para vermek değil.
Merkez Bankası başkanlarından siyasi iktidarlar faizlerle oynamasını da isterler.
Bu, bazen ülkeye yabancı sıcak paranın gelmesi için faiz artırmak isteğidir.
Bazen ve özellikle seçimlere yakın süreçlerde “faiz indirimi” olur.
...........................
Türkiye Merkez Bankası’nın son 0.75 puanlık “faiz indirimi” kararının yorumu “Temple” kitabındaki tavsiyeye uygun.
Ne Erdoğan’ın hemen her gün tekrarladığı “faizler inmeli” isteğine boyun eğen büyük bir indirim...
Ne de siyasi iktidara rağmen kesin direniş ve faizi olduğu gibi tutmak.
Arada hafif bir indirim.
Başbakan’ın isteğini geri çevirmeden, ekonomide hedefleri sarsmayacak küçük bir faiz jesti.
Hadise budur.
Zaten...
Önümüzde cumhurbaşkanı seçimi var.
Erdoğan artık bu faiz takıntısını bir yana koyacak çok daha önemli ve yoğun bir “olmak ya da olmamak” kampanya sürecine -büyük olasılıkla- dalış yapacak.
ÖZKÖK VE YALMAN TANIKLIĞI
ANAYASA Mahkemesi’nin “adil yargılamada hata ve eksiklik” gerekçesiyle aldığı karar “sanıklara yeniden yargılanma” yolunu açtı.
Yüce mahkemenin işaret ettiği 3 eksikten biri de “dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman paşaların mahkemede tanık olarak dinlenmemiş olması...”
Sonuna kadar hukukun lafsına ve ruhuna uygun bir gerekçe bu.
Öyle ya...
Yargıtay’ın da onayladığı karar da savcı iddianamesi “sanıklar siyasi iktidara karşı darbe yapacaktı ama Özkök ve Yalman paşalar bunu önlediler” diyor.
Ama...
Dava dosyasında bu iddiaya dayanak olacak belge yok.
O halde mahkeme -ifadeler tek başına hukuken tam geçerli kanıt sayılamayacak olsa bile- gene de Özkök ve Yalman paşaları çağırıp tanık olarak dinlemeliydi.
“Sayın Komutanlar, gerçekten bir ciddi darbe girişimi vardı da bunu sizler mi önlediniz” diye sormalıydı.
Onların ifadesi “evet” olsa bile bunu destekleyecek kanıtlar aramalıydı.
Bu çok önemli bir eksik.
Şimdi bu vahim eksiğin giderilmesi zamanıdır.
Hilmi Paşa’nın mahkeme tarafından çağırılmaması üzerine konuşmaktan imtina ederek “kasaptaki ete soğan doğramam” söyleminin de eski silah arkadaşlarını kırdığına işaret etmeliyim.
“Hangi kasap” ve “etlerimiz çengelde mi” sorusu çok soruldu.
Ve şöyle yakınmaları hatırlıyorum.
Yargı “kasap dükkânı” değil ve olamaz.
“İnsan eti”ne, “bizim etimize” soğan doğramak söylemi kırıcıdır.