Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

PARİS “ışık” şehridir. “Aşk” şehridir... O kadar güzeldir ki, Fransızlar II. Dünya Savaşı’nda top mermileri ve uçak bombardı-manlarıyla -harap olmasın diye- Paris’i tek kurşun atmadan Almanya’ya teslim etmişlerdir.

Paris...

Prenses Lambelle Paris’teki
büyükelçiliğimizin sahibesiydi.

Meydanlarının, köprülerinin, bulvarlarının, caddelerinin insan dekoru, öpüşen çiftlerdir.
Fransa “genç diplomat adayı” bulmakta zorluk çeker.
Gençler “dünyanın en güzel kenti Paris’te yaşamaktan daha mutlu olabileceğimiz hangi coğrafya olabilir ki” diyerek, Fransa’nın dışında geçecek diplomatik yaşamı istemezler.
Paris, Fransa’nın kalbidir ama dünya entelektüelleri için de kesişme noktasıdır.
Yüzyıllardır yazarların, çizerlerin, müzik insanlarının, mimarların, filozofların, sinemacıların harmanlandığı şehirdir.
Hemingway bir romanının satırlarını Paris’in en ünlü ve eski kahvelerinden “cafe deux magots”da yazmaya başlamıştı.
Bizden örnek vereyim, Milliyet’te komşum Hasan Cemal de öyle.
Bazı restoranların masalarında ünlü sanatçıların isimleri yazılı her sabah ovalanarak pırıl pırıl parlatılan prinç plaketler vardır.

Haberin Devamı

Paris...

Closerie des lilas’da bir masanın üzerinde
Mehmet Akif plaketi vardır.


Örneğin...
“Closerie des lilas”ın pencere kenarındaki bir masasında Mehmet Akif’in adı yazılı olan plaket...
Paris’teki Türkiye Büyükelçiliği yüzyıllar önce dönemin Avrupa’yı parmağında oynatan ünlü dışişleri bakanı Talleyrand’ın sevgilisi Prenses Lamballe’ye aldığı köşktü.
Avrupa meselelerinden bunaldığı günlerin gecelerinde Talleyrand, metresi Prenses Lambelle’nin kollarında, onun parfümüyle rahatlarmış.
Bunlar gibi her ülkeden yüzlerce, binlerce “hazine anı” Paris sokaklarında saklıdır.
Böylesine bir güzellikle son “3 infazın” bir arada olması Fransız’ın içine sindirebileceği şey değil.

Paris...

Paris aşk şehridir.

Ayrıca...
Bu infazların “yol olması” ihtimali de Fransa için “duyarlı” sorun.
İnfazlar aydınlatı-lamazsa bunu başka cinayetler izleyebilir.
Woody Allen’ın “Paris’te Gece Yarısı” filmi “romantizm” konulu “entelek-tüeller” defilesiydi.
Seine Nehri gibi ne hoş akıyordu.
Fransa bu “Paris algısı” üzerinde kalıcı kan lekeleri elbette istemez.
Bu infazların arkasındaki tetikçileri ortaya çıkaracağını düşünüyorum.
Tetikçileri kullanan daha büyük tezgahlar için o kadar iyimser değilim.
Arkadaki gölgeler çok büyük olabilir.
Fransa’nın dış politikasıyla karşı karşıya gelmekten sakınacağı “über” güçler yoluna çıkarsa frene basma ihtimali hiç de az değil.
Prenses Diana’nın Paris’te yaşamını yitirmesi hala tartışılmakta.
Olayın aslında “Diana’nın hamile olması, Prens William ve Henry’ye bir Müslüman Arap melez üvey kardeşin gelmesi, saray koridor-larında dolaşması, Arap Fayed ailesiyle İngiliz Kraliyet ailesinin akrabalığı” nedeniyle oluştuğu konuşuluyor, yazılıyor.
İngiltere gizli servisinin bu kaza görüntü-sündeki ölümü gerçek-eştirdiği ve Fransız poli-sinin göz yumduğu iddi-ası geçerliğini yitirmiş değil.
Fransa kan lekelerinin katlanarak çoğalması riskini herhalde göze almayacaktır.
.........................
Bu infazları bütün cinayetleri olduğu gibi kınıyorum.
Ancak...
Medyamızın ve siyaset dünyamızın, terörist kurşunlarıyla, mayınlarıyla şehit olan güvenlik güçlerimiz için de bu ısrarlı ilgiyi göstermesi gerektiğini de düşünüyorum.