TİM’in (Türker İnanoğlu Maslak Show Center) özel bir bölümü vardır.
2008 Türkiye Güzellik Yarışması öncesinde orada laflarken, ansızın bir hareketlenme oldu.
TV ve foto muhabirleri ordusunun ortasında Paris Hilton Hanımefendi göründü. Bulunduğumuz yere geldi. Tanıştırıldık. Ayaküstü konuştuk.
Bir yandan da hem menajeri, hem de özel TV kameramanı olan genç adam görüntü alırken, baktı ki söyleşimiz keyifli, “Yarışmadan sonra Reina’da After Party’ye geleceksem, Paris ile orada daha uzun konuşabileceğimizi” söyledi.
Neler konuştuk?..
Doğrusu incir çekirdeğini doldurmaz. Örneğin... Paris adını annesi koymuş. Çünkü Paris’i çok severmiş.
Medyaya yansıyan “içki ve yiyecek listesinin doğru olmadığını” söyledi.
Gerçekten... Bu incecik kadının sabah kahvaltısı için ballı ördek dilimleri isteyebileceği pek akla yatkın değil.
Sanıyorum... Kaldığı otelin hazırladığı özel mönü, “onun isteği” gibi algılanmış.
Neyse... Yediğini, içtiğini bir yana koyalım, izlenimimi yansıtayım... Küresel medyada yansıyan pozları ve hakkındaki “star havaları, star kaprisleri”... Hiç ilgisi yok.
Güler yüzlü, sempatik, hatta o yaşamda bir kişi ne kadar olabilirse, o kadar doğal da...
Öyle ahım şahım güzel değil. Fazla ince ve kemikli.
Buna karşılık... Sevimliliğiyle kazanıyor.
Akıllı bir kadın. Sorular sorulmasını beklemeden kendisi de konuşuyor.
Bazen kola giriyor. Dokunarak konuşmayı seviyor.
Ayrılırken sarılıp öpüyor.
Asena’nın daveti üzerine hiç nazlanmadan jüri masasından kalkıp sahneye çıktı, onunla oryantal yaptı.
Gece Reina’da sürecekti ama gözüm yemedi.
Ancak... Anlaşması gereği Paris Hilton’un oraya da gitmesi gerekiyordu.
Menajerinin söylediğine göre, sabah 8:00’de uçakta olacaktı.
Yani... Disiplinli ve zor bir hayatı da var.
O gece TİM’de epeyce eski güzellik kraliçesi ya da güzel ünlüler vardı.
Çoğu “kuyruğunu yelpaze gibi açmış tavuskuşları” gibi kasıla kasıla dolaştılar.
Biraz sevimli, güler yüzlü, mütevazı olabilmenin yararını Paris Hilton’u gözleyerek algılayabildiler mi bilemem...
........................
Hafta sonuna sinir telleriyle oynayan satırlarla girmek istemedim. O nedenle yazıya Paris Hilton’la giriyorum.
Siyasete gelince...
GERİLİME 48 SAAT TATİL
Bu kadar fırtına... Şunun şurasında pazartesi günü büyük olasılıkla Anayasa Mahkemesi “Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’yi kapatma istemini karara bağlayacak.”
Ya dosyayı geri gönderir, ya da davayı açar.
Anayasa Mahkemesi raportörü öyle bir görüş hazırlamış ki, iki kapı da açık... Ama hiç değilse, o güne kadar beklemek gerekirdi.
Akdeniz insanlarıyız. Beklemeyi bilmiyoruz.
Hemen tepki koyuyoruz. Hem de en şiddetli frekansla...
Dosya, ya geri çevrilirse, kaybedilen bunca enerji, topluma dalga dalga yayılan ayrışma ve kutuplaşma ne olacak?
Bir başka açıdan bakın... Dava açılırsa, bu kez daha da şiddet frekansı yüksek hangi tepki gösterilebilir?..
İnsanlar sokağa mı dökülecek?
Hiç değilse şu hafta sonu tansiyon düşürülse, toplumun ateşi yükseltilmese, pazartesi gününe duygulardan mümkün olduğunca arınmış kolektif akılla girilebilse...
ARKADAŞLARIMIZ
Solcu, aydın, liberal bazı arkadaşlarımızın AKP’ye destek vermeleri yadırganıyor.
Haklılık kadar, haksızlık payları da var.
Ancak... Bu konuyu zaman tünelinde yolculuk yaparak da düşünmek gerek. 28 Şubat sürecinden sonra bu arkadaşlarımızdan bir kısmı andıçlandı.
Bazıları çalıştıkları medyadan uzaklaştırıldı hatta dışlandı.
İç dünyalarında yaşadıkları kırıklıklara tanık oldum. Kimileriyle ise konuşmadım ama ruh hallerini hissettim.
Onlar, kendi aralarında bir yumak oluşturdular.
Kimileri AKP’ye yakın gazetelerde/TV’lerde fakat kendi görüşlerini değiştirmeden yazmak/konuşmak olanağı buldular.
Başta R.T. Erdoğan olmak üzere Erbakan’ın kapanan partisinden kopanlarla ve AKP’yi kurma planları yapanlarla, sisteme karşı tepki ortamlarında dirsek temasları oldu.
Hepsinin değil ama bir kısmının bugünlere gelişinde acaba 28 Şubat sürecinde esen rüzgârlara kapılanların da hataları yok mu?