BİR devlet başkanının diğer devlet başkanıyla “sağlık temennili mesaj teatisi” müebbedi de aşan bir siyaset günahı mıdır?
Eğer bunu yapan devlet başkanı ölümünden 35-40 yıl sonra hâlâ aynı nedenle suçlanıyorsa “müebbet” bile az gelir zihniyetidir olay.
“İnönü’nün Nazi Almanya’sı diktatörü Hitler’e mesajından” söz ediyorum.
II. Dünya Savaşı’nın dehşet yılları...
Tek parti döneminin Milli Şef’i İsmet İnönü Türkiye’yi savaşın dışında tutmaya çalışmakta.
Bir yandan, Adana’da Churchill ve Stalin’le bir araya geliyor.
Dirsek teması kuruyor.
Öte yandan, azgınca her yere saldıran, sınırlarımıza çok yaklaşmış bulunan Hitler’i de idare etmek çabasında.
Almanya-İtalya-Japonya ittifakının yayılma güzergâhının dışında tutmak hedefi İsmet İnönü’nün.
Damadı Metin Toker şöyle anlatır:
Alman kuvvetleri sınıra yaklaşmıştı.
Ya Edirne’den girip Anadolu’yu da ele geçirerek İran’a sarkacaktı.
Böylece Sovyetler Birliği’ni arkadan da vuracaktı.
Ya da...
Daha küçük ve az güçlü Bulgaristan’a sapacak, Rusya’yı aşağıdan da sıkıştıracaktı.
En kritik günlerde İsmet İnönü ağır grip geçirmekteydi.
Yalova’daydı.
Yatağındayken aklı ve kulağı Hitler kuvvetlerinden gelecek haberdeydi.
Nihayet haber gelir.
“Alamanya kuvvetleri sola kıvrıldı, Bulgaristan’a girdi!..”
Kurtuluş Savaşı’nın ünlü kumandanı, Cumhuriyet’in kurucularından Milli Şef koskoca İsmet Paşa bu şahane haberi alınca ne yapmış dersiniz?
O hasta haliyle doğrulmuş, kollarını havaya kaldırarak yatağının üzerinde sıçramaya başlamış.
“Yaşasın, yaşasın!” diye bağırıyormuş.
Türkiye’nin geçirdiği ürperti verici dramdan kurtulmuş olmanın verdiği olağanüstü mutluluğun simgesel ifadesidir bu.
Avrupa’da yaşananları bir düşünün.
İşgal ordularını, mezalimi, cinayetleri, aşağılanmayı.
Ulusal direnişçilerin eylemlerinde öldürülen her Nazi subayı karşılığı hapishanelerde, evlerden, sokaklardan rastgele toplanarak rehin tutulan insanların 20-30’unun ibret olsun diye kurşuna dizilmelerini...
Kafatası avcılığını, Nazi subayları tarafından herkesin ama herkesin aşağılan-masını...
İşbirlik-çileri...
Aç çocukları, aç evlere birkaç çikolata uğruna kadınların kirletilmelerini...
Babaların, oğulların, abilerin öldürülmelerini.
Yetimleri, dulları, yaslı anaları...
İsmet Paşa bütün bunları görebiliyordu, bu Nazi kıyametinden Türkiye’yi bir Nuh Gemisi gibi yapabilmek için Hitler’e elbette “sağlık mesajı da” göndermek -acı verse de- zorunluktu.
...............................
Bütün bunlar atlatıldıktan sonra çok partili rejime geçilmişti.
II. Dünya Savaşı’nın ekonomik sıkıntıları artık CHP’yi yıpratmak için siyaset malzemesi yapılmaktaydı.
Bir seçim gezisinde, İsmet Paşa’nın önüne bir çocuk sürülür.
İsmet Paşa onu okşamak ister.
Çocuk diklenir.
“Sen bizi aç bıraktın” der.
Gerçekten ekmeğin, şekerin, yağın hatta basmanın, bezin bile kupona bağlandığı zor yıllar yaşanmıştı.
Ama...
Zaten bütün dünyada açlık vardı.
Olaya dönelim.
İsmet Paşa’nın çocuğa cevabı “Evet yavrum, aç kaldın ama seni babasız bırakmadım” olur.
Zamanın donduğu andır o...
Ancak...
Gerçeğin çelik hançer gibi soğuğunu içinde hissetmiş olan sorumlu liderin verebileceği, yürekten inançlı olduğu cevaptır.
...................................
Şimdi...
Aradan çeyrek yüzyıl geçtikten sonra Türkiye’ye bu acıları yaşatmamak için İsmet Paşa’nın çekmiş olduğu “bir sağlık temennisi mesajını” dönemin Cumhuriyet gazetesi manşetinden kürsüde teşhir etmek doğru mu?
Polemiğe hiç gerek yok.
Başbakan Erdoğan’ın -eli kanlı cani diktatör ilan ettiği- Suriye Devlet Başkanı Esad ile sarmaş dolaş kardeşlik fotoğrafları siyaset malzemesi olarak kullanılabilir mi?
Çok yanlış olur.
O zaman, durup düşünmek gerek.
Esad’ın Türkiye’ye ve dünyaya tehlikesi, Hitler’in kapımıza dayanan kötülük tsunamisi yanında çok küçük kalır.
Halisane belirtiyorum ki bu ülkeye hizmet değerlerini, unutulmaz katkıları yıpratmak, vefanın ötesinde ulusal bütünlüğümüzün harcı olan kolektif ruhu da çökertebilir.
Yazıya noktayı hak ve nısfet ile koyayım.
“Başbakan Erdoğan için Hitler benzetmeleri yapmak da yakışıksız ve yanlıştır.”