TAM önümdeki sırada Penelope Cruz, Edith Piaf rolüyle Oscar alan Marion Cottillard, 2 Oscar ödüllü Daniel Day-Lewis...
Şanslıyım... Çünkü önümdeki koltuğun bir sonrasında Penelope Cruz... Yüzünü profilden görebiliyorum.
Yanımda Reha Muhtar...
Onun tam önünde oturuyor, yoksa Reha daha mı şanlı?
Ömür Gedik Marion Cottillard’ın, Ferhat Göçer Daniel Day-Lewis’in...
Onlar “r film”in sahibi Özcan Rıza Çam’ın ve Deniz Şaşmaz’ın sol baştan önümüzdeki sıraya “ofsayt”a düşercesine uzanarak çektikleri fotoğraflarda “çeyrek beraberlik” görüntüleri karesinde yer aldılar.
Böyle bir keyif tamamen rastlantı.
“NINE” filminin Paris’teki galasında salona girdik ve bu filmin sanatçıları için ayrılmış sıranın tam arkasındaki “ayrılmış (reserve)” koltuklara doğru eylem koyduk, “fiili durum” yaratarak yerleştik. Önümüzdeki koltukların arkalarındaki kâğıtlara yazılı olan bu dünya ünlülerinin isimlerini sonradan gördük.
Artık bizi “jiletle kazısalar” oturduğumuz yerden ayıramazlardı.
Zaten görevli kızlar da bize gülümseyerek, “sanatçıların bir TV istasyonuna canlı yayında röportaj verdiklerini, sonra giysilerini değiştirdiklerini, yola çıktıklarını” anlatıyor, adeta “gecikme günahı” çıkarıyorlardı.
Ve... Geldiler...
Müthiş bir alkış...
Dikkatimizi çekti, bu ne hoşgörüydü! Filmin oyuncuları 50 dakika gecikmişlerdi.
Film 1 saat 10 dakika rötarla başladı. Ama ne ıslık ne “kibar” protesto olan alkış!
Sahneye önce prodüktör, sonra yönetmen çıktı. Sanatçılarını öven konuşmalar yaptılar. 112 dakika sürecek olan “harika” bir film başladı.
Çok yakında izleyeceğiniz “NINE”ın öyküsünü yandaki sütunlarda anlatıyorum.
Bir şey daha...
Ekonomik kriz her yeri vurmuş. Ne film öncesi bir kokteyl, ne de “after party!..” Aslında her iki etkinlik de önce planlanmış sonra “ekonomik kriz” nedeniyle iptal edilmiş.
Neyse ki...
Hollywood geleneği büsbütün ıskalanmamış. Girişte kırmızı halılar serilmişti. İki yanda yüzlerce genç kız ve delikanlı ellerinde kameralar gelenlerin fotoğraflarını çekiyorlar, bağrışıyorlardı. Bizim araçtan inen Ömür Gedik de “star” olarak algılandı. Kameraların odağındaydı.
SEKİZ BUÇUK VE NINE
BU filmin adı neden NINE (9)? İşte “lezzet” burada.
Fellini, dünyanın gelmiş geçmiş en efsane yönetmenlerinden biri.
Özellikle, muhafazakâr Katolik İtalyan toplumunda filmleriyle “yaşam tarzı” devrimini filmlerine yansıtan adam.
“Tatlı Hayat (La Dolce Vita)” filmiyle seks tabularını yıkmıştı.
İtalyan toplumundaki “ahlak” maskesini indirmiş gerçek yüzü kameralarıyla görüntülemişti.
8 film yaptı.
Müthişti.
“Yönetmen” değil, “Maestro” diye anılıyordu.
Sinemanın “Guru”suydu.
9. filmine başlayacaktı.
Ne yazık ki tıkanmıştı.
Bir türlü yeni filminin konusunu üretemiyordu.
Belki daha önceki başarılarının psikolojik ipoteği altındaydı.
Daha iyisini yapamamak korkusu onu eziyordu.
Bu arada, eşi, sevgilisi, hayatına giren diğer kadınlar, annesi, yapımcısının baskıları arasında gidip gelen yürek yolculukları onu bunalıma sürüklemişti.
Sonunda yapacağı filmden vazgeçti.
Bir görünmez oldu.
Ve...
Sonunda bütün bu yaşadığı bunalımı, bir yönetmenin “tıkanma” sürecini, eşi, sevgilisi, yaşamına giren kadınlar, yapımcısı, sosyal baskılarla birlikte hayatının bir kesiti olarak film yapmaya karar verdi.
Ama...
Sonuçta yapıtından çok da memnun kalmadı.
8 güzel filminden sonra, bu sonuncusunu “yarım” olarak gördü ve adını “Sekiz Buçuk” koydu.
Oysa film öylesine tuttu ve beğenildi ki, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 10 filminden biri seçildi.
Aradan yıllar geçti.
Film bu kez Brodway’de “Hayır, yarım değil tam” mesajıyla “NINE (9)” adıyla sahnelendi.
İzleyeceğimiz film de “Sekiz Buçuk” filminin son yorumu.
İlk filmde Fellini’yi Marcello Mastroianni oynamıştı.
Bunda ise Daniel Day-Lewis...
Bu film için “görün” dersem ayıp olur.
DAĞLARA GENÇ VERMEDİK