Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İki kelime, devleti yönetenlerin ağzından çıktığında pimi çekilmiş bomba etkisi yapar.
Bunlardan biri "devalüasyon"dur.
Diğeri "af"...
"Devalüasyon" sözü, sadece açıklama yapmak için söylenebilir.
Operasyon zaten gerçekleşmiş olmalıdır.
Aksi halde ekonomi, zembereklerinden boşanır.
Devleti yönetenler, eğer "af" kararını vermişlerse, bunu da son derece gizli olarak, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar hazırlamak ve ondan sonra açıklamak durumundadırlar.
TBMM'nin özel ve hızlandırılmış, öncelik ve ivedilikle görüşme - oylama usul yöntemi uygulanarak "Af Yasası" ekspres süratle çıkmalıdır.
Aksi halde...
Orasından burasından çekiştirilerek, eklemeler yapılarak, tartışılarak ve beklentileri yıllara yayarak af çıkartmaya çalışmak, işte şu yaşadığımız manzaraları yaratır.

Zaman tüneli

Bu öykü şöyle başlamıştı...
1998'in yaz sonunda, seçim hükümetine Bağımsız Adalet Bakanı olarak atanan Hasan Denizkurdu'na, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'ten "gizli tutulması" kaydıyla bir mesaj gelir.
Mesaja göre; "DSP, bir af taslağı hazırlamıştı. Denizkurdu'ndan bu taslağı incelemesi ve özel olarak görüşlerini bildirmesi" istenmekteydi.
Denizkurdu, bakanlıktaki uzmanlarla birlikte taslağı inceler ve sakıncalı bulunan noktalarla birlikte bakanlığın görüşünü, gene "gizli" olarak Başbakan Ecevit'e iletir.
Daha sonra... "Af Taslağı" için hazırlıklar - bu yazışmalar hariç - medyaya sızar ve yayınlanır.
İşte hapishanelerde ilk umut tomurcukları, böylece 2 yıl önce açılmış olur.
"Af", 2 yıldırdillerde ve çözülemeyen sorunlar gündeminde.
Ve bir saptama: "İşkence, sadece fiziksel şiddet kullanarak olmaz. Böylesi uzun bir beklenti... Affın sınırlarında bir gün genişletme, sonra daraltma tartışmalarıyla çizilen zikzaklarının, ruhsal med cezirleri de manevi işkencedir."


Devlete güvenmek

"Af", tehlikeli kelime olmanın ötesinde, telaffuz edildiği andan itibaren devletin güvenirliğinin de ölçütüdür.
Aileleri ve yakınlarıyla birlikte 500 bin insanımızın, devlet adına "doruklardan verilen söze güven duyguları" söz konusudur.
Kamuoyu tepkileri, affın kapsamı, çıkartıp çıkartamama hesapları, olası sonuçları, Anayasa Mahkemesi'nin bakış açılarının öngörülmesi...
Bunlar çok daha önceden hesaplanmış olmalıydı.

Son nokta

O nedenle...
Artık af, geriye dönüşü olmayan bir süreçtir.
Birbiri ardına sıralanan skandallarla kamuoyunun en duyarlı olduğu şu dönemde, o sürece "son noktayı koymak" kolay değil.
Bir yandan el konan bankalar ve ortaya saçılan inanılmaz rakamlar... Öte yandan Abdullah Öcalan davasının AİHM'de görülmesiyle konunun yeniden ısınması ve af tartışmalarıyla zamanlama olarak örtüşmesi... Bütün bunlar, affın sınırlarının belirlenmesi sorununu büyütüyor.
Kamuoyunda tepkiler ve medyada alınan - genellikle - olumsuz tavır, affın siyasi partilerce sahiplenilmesini de zorlaştırıyor.
Özellikle kamuoyu önünde açıklamalarla farklı görüşlerin dile getirilmesi ve bu konunun siyaset vitrinine konulması, çözümü daha da zorlaştırmakta.
Hükümet ortakları, bu konuyu öyle bir kaç saatlik oturumlarla değil bir maraton toplantısıyla çözüp sonuca bağlamalılar.
Galiba af çıkacak... Ama, sınırları hayli daralarak... Ve sınırları da neyin olacağını görmek için nelerin olamayacağının görülmesi çizecek.
Ayrıca...
Cumhurbaşkanı Sezer'in "imza" faktörü de hiç akıllardan çıkarılmamalı.


Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr