İki kelime, devleti yönetenlerin ağzından çıktığında
pimi çekilmiş bomba etkisi yapar.
Bunlardan biri
"devalüasyon"dur.
Diğeri
"af"..."Devalüasyon" sözü, sadece açıklama yapmak için söylenebilir.
Operasyon zaten gerçekleşmiş olmalıdır.
Aksi halde ekonomi, zembereklerinden boşanır.
Devleti yönetenler, eğer
"af" kararını vermişlerse, bunu da son derece gizli olarak, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar hazırlamak ve ondan sonra açıklamak durumundadırlar.TBMM'nin özel ve hızlandırılmış, öncelik ve ivedilikle görüşme - oylama usul yöntemi uygulanarak
"Af Yasası" ekspres süratle çıkmalıdır.
Aksi halde...
Orasından burasından çekiştirilerek, eklemeler yapılarak, tartışılarak ve beklentileri yıllara yayarak af çıkartmaya çalışmak, işte şu yaşadığımız manzaraları yaratır.
Zaman tüneli
Bu öykü şöyle başlamıştı...
1998'in yaz sonunda, seçim hükümetine
Bağımsız Adalet Bakanı olarak atanan
Hasan Denizkurdu'na, dönemin
Başbakanı Bülent Ecevit'ten
"gizli tutulması" kaydıyla bir mesaj gelir.
Mesaja göre;
"DSP, bir af taslağı hazırlamıştı. Denizkurdu'ndan bu taslağı incelemesi ve özel olarak görüşlerini bildirmesi" istenmekteydi.
Denizkurdu, bakanlıktaki uzmanlarla birlikte taslağı inceler ve sakıncalı bulunan noktalarla birlikte bakanlığın görüşünü, gene
"gizli" olarak
Başbakan Ecevit'e iletir.
Daha sonra...
"Af Taslağı" için hazırlıklar - bu yazışmalar hariç - medyaya sızar ve yayınlanır.
İşte hapishanelerde ilk umut tomurcukları, böylece
2 yıl önce açılmış olur.
"Af", 2 yıldırdillerde ve çözülemeyen sorunlar gündeminde.
Ve bir saptama:
"İşkence, sadece fiziksel şiddet kullanarak olmaz. Böylesi uzun bir beklenti... Affın sınırlarında bir gün genişletme, sonra daraltma tartışmalarıyla çizilen zikzaklarının, ruhsal med cezirleri de manevi işkencedir."Devlete güvenmek
"Af", tehlikeli kelime olmanın ötesinde, telaffuz edildiği andan itibaren
devletin güvenirliğinin de ölçütüdür.
Aileleri ve yakınlarıyla birlikte
500 bin insanımızın, devlet adına
"doruklardan verilen söze güven duyguları" söz konusudur.
Kamuoyu tepkileri, affın kapsamı, çıkartıp çıkartamama hesapları, olası sonuçları, Anayasa Mahkemesi'nin bakış açılarının öngörülmesi... Bunlar çok daha önceden hesaplanmış olmalıydı.
Son nokta
O nedenle...
Artık
af, geriye dönüşü olmayan bir süreçtir.Birbiri ardına sıralanan skandallarla kamuoyunun en duyarlı olduğu şu dönemde, o sürece
"son noktayı koymak" kolay değil.
Bir yandan el konan bankalar ve ortaya saçılan inanılmaz rakamlar... Öte yandan
Abdullah Öcalan davasının
AİHM'de görülmesiyle konunun yeniden ısınması ve af tartışmalarıyla zamanlama olarak örtüşmesi... Bütün bunlar,
affın sınırlarının belirlenmesi sorununu büyütüyor.
Kamuoyunda tepkiler ve medyada alınan - genellikle - olumsuz tavır, affın siyasi partilerce sahiplenilmesini de zorlaştırıyor.
Özellikle kamuoyu önünde açıklamalarla farklı görüşlerin dile getirilmesi ve bu konunun siyaset vitrinine konulması, çözümü daha da zorlaştırmakta.
Hükümet ortakları, bu konuyu öyle bir kaç saatlik oturumlarla değil bir maraton toplantısıyla çözüp sonuca bağlamalılar.
Galiba af çıkacak... Ama, sınırları hayli daralarak... Ve sınırları da
neyin olacağını görmek için nelerin olamayacağının görülmesi çizecek.
Ayrıca...
Cumhurbaşkanı Sezer'in
"imza" faktörü de hiç akıllardan çıkarılmamalı.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr