28Şubat’tan sonra Türkiye insanı “postmodern darbe” söylemiyle tanıştı.
Yani...
“Modern ötesi darbe...”
Sadece dar entelektüel çevrede bilinen ve kullanılan “postmodern” sözcüğü popülerlik kazandı.
Sanıyorum...
“Postmodern sansür” söylemi de çok konuşulacak.
Açayım...
İktidarların tepeden dayatmalarıyla koydukları “yayın yasakları, konuşma yasakları, tavır yasakları” dönemlerine göre “klasik” sansür ve “modern sansür” uygulamalarıydı.
“Postmodern sansür” ise varılan son aşama.
İktidar emri, genelgesi hatta yasal zorunluluk olmadan, “bireylerin, kuruluşların” kendilerinin kendilerine koydukları “sansür” bu.
“Oto sansür” başlığı altında “korku psikolojisinin” çeşitli halleridir.
“Yazmayayım, başıma bir şeyler gelebilir...”
“Konuşmayayım, iyi saatte olsunlar çarpar...”
“Tavır koymayayım, beni de işlerimi de bitirirler...”
“Arazi olayım, tek kahraman ben miyim?”
“Konfüçyüs ‘rüzgârın önünde kırılma, kamışlar gibi eğil’ dememiş mi?”
“Onlar yapmadılar, kedidir kedi...”
.....................
Emir, talimat, yasak olmasa da kendine kırmızı çizgiler çekerek, çevresine psikolojik duvarlar örerek, kendi diline ve kalemine sansür koymak halidir “otosansür...”
Bunu yapmayanların başlarına gelenler beyinlerine çakılmıştır. Bakalım “postmodern” söylemi daha hangi “zenginlikleri (!!)” kazanacak.
DAĞ BİTKİLERİ VE KÜRT SORUNU
Turgut Özal’ın baş danışmanı ve bakanı Adnan Kahveci sıradışı bir beyindi.
Onun “Toroslarda şifalı dağ bitkileri” toplama merakını Avni Özgürel’in bir yazısından öğrendim.
Özgürel de sabahın ilk ışıklarında Toros yaylalarına çıkar çeşitli bitkileri toplarmış.
Toroslar’da bir köy evinde karşılaşmışlar.
Dost olmuşlar.
Özgürel yazısında “Adnan Kahveci’nin Kürt sorununu çözümü için Özal’a verdiği raporundan” bölümler yansıtmış.
Satırlarda Özal’ın “federasyon” tartışmasını açmasından şifreler var.
Kahveci daha 1980’li yılların sonlarında ileriyi görebilmiş.
Gerçi bugün henüz “federasyon” sözcüğü Kürtlerin kanaat önderleri tarafından telaffuz edilmiş değil ama “Kürt özerk bölgesi ve bunun anayasada yer alması isteği” altı çizilerek vurgulanmakta.
Abdullah Öcalan da İmralı’da görüştüğü Aysel Tuğluk’a “Döndü dolaştı çözüm bana kaldı. Bunu biliyordum” demiş.
Kandil’e ilettiği “ateşkes uzatılsın” ve Ankara’ya yönelttiği “önümüzdeki 8 ay değerlendirilsin” mesajları sanıyorum adreslerine ulaşmıştır.
“Tuğluk’un İmralı’ya girebilmesini sağlayan güç sürecin değerlendirilmesini istiyor” demektir.
Ancak sonuç Öcalan’ın talimatı, Ankara’nın diyaloğu, BDP’nin bir gözü de Kandil’de attığı adımlarla ve de Kandil’in başka, PKK diyasporasının başka tellerden çalan bölünmüş iradeleriyle, bölgedeki ve dünyadaki bu konuyu parmaklayanların hesaplarıyla çok yönlü bir tahterevalli üzerinde çekiştirilmektedir.
Bugünden başlayarak bir yol haritası üzerinde uzlaşmak ve yürümek şimdilik mümkün görünmüyor.
Peki vaz mı geçilecek?
Hayır...
Her açılım yeni bir aşamanın zeminini oluşturacak.
Adım adım ilerlenerek sonucu hedefleyen bir yol hep birlikte açılacak.
Her aşamada “zamanın ruhuna” göre yeni ve “güven artırıcı” çözümler üretilecek.
Bunu daha Toroslarda bitki topladığı yıllarda Adnan Kahveci raporuna yazmış.
Özgürel’in satırlarından yansıtıyorum:
Ne yapmalı
Raporun bundan sonraki bölümünde önce bazı kabuller sıralanıyor. Bunların ilki “Demokratikleşme ne kadar olursa olsun bölücü terörün tamamen durmayacağı” hatırlatması... Dolayısıyla “Bu hakkı da verdik ama terör durmadı” sözünü demokratikleşmeye itirazın dayanağı yapmanın geleceği daha karanlık hale getirmekten başka sonuç doğurmayacağını söylüyor Kahveci. Ve hemen “Askeri çözümle hiçbir ülke netice alamamıştır. Askeri çözümler her zaman iç harbi getirmiştir” diye ekledikten sonra kendi önerilerini sıralıyor:
“Kürt sorunu bugün Türkiye’nin en temel sorunudur. Hatta sorun olmanın ötesine de geçmiş, siyasal yaşamı kilitleyen kriz haline dönüşmüştür. Bu tablonun altında kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal etmenler yatabilir. Ama sorun kriz halini aldıktan sonra tek bir etmen dominant (belirleyen) hale gelmiş demektir ki, o etmen çözülerek sorun önce kriz durumundan çıkarılabilir.
Bu nedenle Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek siyasal alanda temsil olanağı sağlanmalıdır. Lozan Anlaşması’nda Ermeni, Rum ve Yahudilerden başka azınlık tanımadığımızın ifade edilmiş olmasından söz edilmesi kanımca yersizdir. Zira Lozan’ın imzalandığı yıllarda azınlık kavramının ifade ettiği manayla bugün azınlık kelimesinin ifade ettiği mana farklıdır. O yıllarda Fransa, Breton, İspanya da Bask diye bir azınlık tanımıyordu. Türkiye bu fikir evrimini geçirmek zorunda kalacaktır.”
Raporun özeti, yani siyasi planda yapılması gerekenlere ilişkin hususları alıntıladım buraya... Elbette rapor bundan ibaret değil. Alınması gereken ekonomik tedbirlere ilişkin uzun anlatımlar da yer alıyor.
1992 Mayıs’ında rapor Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a verildi. Rahmetli bu konuda Kahveci’nin değerlendirmelerine ana hatlarıyla katılmakla birlikte, çözümü sınama/yoklama temelinde zamana yayılmış demokratikleşme sürecinde, ama ondan daha ağırlıklı olarak ekonomik açıdan güçlenme de görüyordu.
Dağlarda dolaşmayı seven Kahveci dağ sorunlarına empati yapmış olmalı.
“Demokraside adımların durmaması, Özal’ın çözümü sınama/yoklama temelinde zamana yayılmış demokratikleşme sürecinde aradığı” yolundaki satırlara dikkat.