İNCİL’DEN alınan bu söylem Batı’da atasözü olarak kullanılıyor yüzyıllardır.
Bir de bu adı taşıyan film yapılmıştı.
Türkiye’den Temmuz 2015 manzaraları için de bu “quo vadis (nereye)” söylemi güncel.
Şöyle ki...
.....................
Çok değil, bir ay öncesine göre bile Türkiye inanılması zor görüntüler veriyor.
Bir ay öncesinin tansiyonu düşmüş, çatışmaları birkaç istisna dışında durmuş, insanları ve özellikle Güneydoğu insanları barış ortamına alışmış, beklentileri olumlu, ekonomisi hiç de fena sayılmayacak, HDP’nin “Türkiye partisine” dönüştüğü izlenimleriyle diğer etnisiteler tarafından da desteklendiği “terapi seansındaki” Türkiye’yi gözünüzde canlandırın.
Çok da zor değil.
Daha 1 ay öncesinin Türkiye’si...
Ve...
Şimdi de 2015 Temmuz sonları Türkiye’si “büyük fotoğrafına” bakın.
Ülke sadece 1 ay içinde bu hale nasıl gelir/getirilir?
Anlayan beri gelsin!
Dağları, kırsalı, kentleri yeniden fokur fokur kaynamaya başladı.
Patlamalar, sokak çatışmaları, yol kesmeler, araçları, iş makinelerinin yakılması, mayınlanan yollar, asker ve polis şehitler, polis karakollarının, asker kışlalarının taranması hatta ambulanslara bile ateş açılması, İşçilerin, sağlık memurlarının hatta ebelerin bile kaçırılması...
Dahası Türk jetlerinin sınır ötesinde Suriye ve Irak’taki IŞİD ve PKK mevzilerini sürekli bombalaması.
Türkiye’nin her yerinde IŞİD, PKK ve diğer bazı şiddet örgütleri mensuplarının toplanması, gözaltına alınması...
......................
Uzatmayayım.
Gazetelerin birinci sayfaları, TV ekranları bütün bunları ve daha fazlasını yansıtıyor.
Kan sıçramış aynalar gibi...
......................
Böyle bir ortam “geçici hükümetle” sürdürülebilir olmaktan -korkarım ki- çıkmakta.
O “terapi” dediğimiz toplumun psikolojik rahatlaması süresinde sanki dev bir saatin zembereği kurulmuş, kurulmuş, kurulmuş, iyice gerilmiş ve şimdi deli hızla boşalmakta.
Boşalırken değdiği her şeyi, her psikolojiyi parçalıyor, tahrip ediyor.
En önemlisi de doğmuş, filiz vermiş, tomurcuklanmış barış umutlarını doğraması.
En çok karşılaştığım soru: “Nereye gidiyoruz?”
Kötü bir oyunun “Kim 1 milyar dolar kazanmak ister” sorusu gibi.
Cevap seçenekleri o kadar çok ki...
Ve o kadar çok belirsizlik/bilinmeyen var ki...
Sadece insanlık tarihi kadar eski o sözün göründüğü duvar yazısının önünde durup bekliyoruz:
“Hiçbir şey umulduğu kadar ‘iyi’ ve sanıldığı kadar ‘kötü’ değildir.”
Dilerseniz Çetin Altan’ın “Gene de enseyi karartmayın” söylemini ekleyelim.
......................
Temeli sağlam atılmış büyük devletler zaman zaman girdikleri darboğazları aşabilecek genlere, DNA’lara sahiptir.
Türkiye “geçici hükümetle” bile bu büyük devlet genlerinin DNA’sının gereğini yaptı.
“Doğrusunu” yaptı.
Ancak bu “doğrusunu yapmak” zorunluğunun hangi hatalardan/yanlışlardan ürediğini, mesele haline geldiğini de düşünmeli ve analiz etmeliyiz.
Hiç değilse aynı hataları tekrarlamamak için.
Ayrıca...
İç politika ve olası oy hesaplarıyla “ulusal tavır” olmaktan çıkarıp “partisel” siyaset parsellerine de sıkıştırmamak gerek.