İhtilalle devrilecek ve belki ölüme gidecek... O son gece yaşamanın en büyük aşkıyla mı geçmeli? Diplomasinin en saygın isimlerinden Vahit Halefeğlu anlatıyor:
‘26 Mayıs 1960 gecesiydi. Birkaç saat sonra tarihe 27 Mayıs İhtilali diye geçecek olan askeri darbe yapılacaktı. Habersizdik. Genç bir hariciyeciydim. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu beni çağırtmış. Gittim. ‘Yarın bu açıklamayı kovboya ver’ dedi. ‘Kovboy’ dediği ABD’nin Ankara Büyükelçisiydi. Yazı bölümümü ilgilendirdiği için beni çağırtmıştı. Sonra... Kıdemli bir başka diplomata sordu: Ziyyad bu gece evde mi acaba? Öğreniverin lütfen. Ona gitmek istiyorum. Özledim...’
Türkiye kaynıyor.
Artık askerin ayak sesleri duyulmakta.
Diplomasi tarihimizin en iyi Dışişleri Bakanı olarak değerlendirilen Fatin Rüştü ise, gecenin ilerlemiş saatlerinde hâlâ çalışmakta...
Ve onun ABD Büyükelçisi için söylemiyle "kovboya" yazı hazırlatıp göndertmekte.
Geceyi de Galatasaray Lisesi’nden sevdiği, meslek büyüğümüz gerçek senyör ve dostluğunu onurla, keyifle yaşadığım merhum Ziyyad Ebbüziya ile geçiriyor.
İki tutkusuna ayrılmış bir "son" gece; Türkiye ve gerçek dost.
Onun ABD Büyükelçisinden "kovboy diye söz edişi," 500 yıllık Osmanlı İmparatorluğu ve emperyalizme karşı ilk galibiyeti tarihe yazan Atatürk’ün üstün genlerinin, "tercüme - i hali" gibi.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın Ankara’sı... Üst düzey bürokrasi ve siyasetçi sohbetlerinde, Fatin Rüştü Bey’in zekâsı, diplomasi dehası, kadınlar üzerinde büyülü etkisi, yakışıklılığı anlatılırdı.
Halefoğlu’nu dinlerken "son gecede neden yaşamının en sevgili, en özel kadını değil" diye düşündüm.
Öyle bir tutku ki...
En yakınında olan genç diplomata emanet ederken şöyle dermiş:
"Konuştum, biliyor. Klüp 47’ye götür.
Yemek yersiniz.
Ben daha sonra toplantım bitince geç saatte katılacağım."
Ardından akide şekeri gibi uyarı:
"Ama dans etmek yok..."
Sağ gözünden sol gözünü kıskanmak gibi bir şey.
Galiba son gecesinde Fatin Rüştü Bey, hayatının güzelliğini "tehlike çizgisinde" bulundurmaktan sakındı.
İtalya’da "yeryüzü cenneti" denebilecek Como Gölü sahillerini motorla geziyorduk.
Rehberimiz, az ötede sırtlardaki kiliseyi ve hemen yanındaki köy evini gösterdi. Anlattı:
"Faşist Diktatör Mussolini işte orada ele geçirildi. Götürüldü. Öldürüldü. Ayaklarından asıldı.
Oysa dağlarda, kıyafet değiştirmiş ve bir motosiklete binerek, ABD güçleri arasından kaçarak buralara kadar gelmişti. Kilisenin yanındaki evde sabahlamayıp, önümüzdeki dağı geçseydi. İsviçre’ye varacaktı. Tarafsız İsviçre’de belki de kurtulabilirdi."
Neden bir - iki saat daha yol alıp İsviçre’ye geçmedi ve dağdaki şu köy evinde saklandı?
"Çünkü hayatının kadını buralıydı. O evin sahibiydi. Orada kalıyordu..."
İşte fark.
Zorlu’lar ve Mussolini’ler.
Zorlu’nun kızı Ankaralı gençlerin gözdesiydi. Ankara Palas’taki Mülkiye (Sosyal Bilgiler) balolarında onunla dans etmek için görünmez - kuyruklar oluşurdu. Bir diplomat adayıyla nişanlıydı. 27 Mayıs İhtilali’nde o nişanlı aday toz oldu.
Ne karakter!..
Hiç yazılmadı.
Baba Zorlu’nun derin ve saygın ilişkisini sadece Dışişleri değil, basın da bilirdi... Tek satır yazılmazdı.
Adnan Menderes’in onur anıtı gibi yükselen ve İhtilal Mahkemesi önünde "ben o adamı sevdim hâkim bey" diye kükreyen saygın kadını opera sanatçısı Ayhan Aydan’ı da medya bilirdi... Tek satır yazılmazdı.
Galiba özel hayatla, gerçek sevgi arasındaki fark seziliyor. Nişanlınınki gibi utanç olayları da görülmezden geliniyor.
Yazının başına dönelim...
Halefoğlu, Ziyyad Ebbüziya anısını laf ola anlatmadı. Zarif eşi Zehra Hanım’la onur konuğu Alev Ebbüziya idi. Onun seramik sanatıyla babasının yaşam sanatı arasında paralel çizdi galiba.
Alev Ebbüziya’nın sergisini gördünüz mü?