Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Kıbrıs Rum Kesimi Hükümet Sözcüsü Kipros Hrisostomides'e göre Annan dördüncü planı ile "Türk tarafına 5 yıldızlı otelde ikamet kuponu ve şampanya ikram etmiş... Rum tarafına ise kahve ve sandviç..." Peki Türk tarafı bu ikramı ne yapacak?
Cevap:
"Ret..."
Neden:
"Erdoğan ve Gül alkol kullanmadıkları için şampanya içmezler."
O halde anlaşma yatıyor mu?
Kıbrıs Rum Kesimi basını ise 4. Annan planını şöyle tanımlıyor:
"Türk tarafına Kıbrıs kebabı sufla... Rum kesimine ise kahve sandviç..."
Türk tarafı, işte bunu kabul edebilmiş.

Kafa karıştırmak
İkisi de 4. Annan planı değil mi?
Aynı metne hem "hayır" hem "evet" nasıl olabilir?
Çünkü...
Eğer, 4. Annan planına "teknik" içerik açısından bakılırsa, her şey karışık.
Örneğin... Daha temelinden karışık olanını yansıtayım.
4. Annan planında nüfus, göç, mal iadesi, toprak, siyasal temsil, egemenlik... Akla gelen her şey, tümüyle Türk tarafının istediği şekliyle olsa, hem Türk hem Rum tarafında referandumlarla kabul edilse bile... Hem güvencesi var, hem yok...
Yani - teknik yoruma göre - kalıcı bir anlaşma da olabilir... İskambil kağıdından şato gibi yıkılabilir de.
Açayım...
Referandumlardan geçen anlaşmada, bunun AB hukuku sayılacağı öngörülmekte.
Avrupa Parlamentosu'nda da onaylanabilir.
Ama...
Bir yoruma göre, adada bir Rum vatandaşı AB hukukuna göre, "anlaşmanın birincil hukuk olmadığı iddiasıyla, AB Lüksemburg Yüksek Mahkemesi'ne dava açarak iptal kararı alabilir."
O nedenle Türk tarafı işi garantiye almak için AB üyesi 25 ülke parlamentosundan "bu anlaşmanın AB birincil hukuku olduğu yolunda bir karar çıkarılmasını ve bunun da Annan'ın olası 4 buçukuncu(!) planında yer almasını" istemektedir.
Diğer yoruma göre ise, "25 ülke parlamentosundan karar çıkartmak koşulu, bu anlaşmanın birincil hukuk olmadığının bizim tarafımızdan peşinen kabulü ve ileride tek bir üye ülke parlamentosunda takılması halinde bile adanın Rumlarına yağmur gibi iptal davaları açmak olanağını altın tepside sunmaktır."
Böyle düşünenler Belçika örneğini veriyorlar.
"Valonlar ve Flamanlar yıllardır tek bir iptal davası açtılar mı?" diyorlar.
Kısacası...
Durum da, kafalar da karışık.

Siyaset çözer
Bu tür teknik tartışmalar, KKTC penceresinden bakıldığında farklı bir "optimizasyon" yani "en az vererek, en çoğunu, en büyük güvenceyle almak" arayışını gösterir.
Nihayet tüm bunlar olmasa bile, oradakilerin hemen tamamının bir cebinde Türkiye pasaportu güvencesi var... Pek çoğunun diğer cebinde ise 1 Mayıs'tan itibaren AB yurttaşlığı demek olan - gizlice alınmış - Kıbrıs Rum Kesimi pasaportu.
Bir de Türkiye penceresinden "optimizasyon" görülmeli.
Bu da "Kıbrıs'ta mümkün olan en iyi koşullarda çözümle yetinmek... Mümkün olmayanı zorlamamak... KKTC'liden daha fazla KKTC'li olmaksızın, Türkiye'nin AB yolu üzerindeki bu virajı devrilmeden, dingil kırmadan, lastik patlatmadan dönmektir."
KKTC'li nasıl ki, "Ben Türk'üm ama Türkiyeli değil, Kıbrıslı Türk'üm" diyor... Türkiye insanı da bu gerçeği görmeli, "Ben Türk'üm, Kıbrıslı soydaşımı (ırkımı değil) olabildiğince kollarım ama Kıbrıs Türkü değil, Türkiye Türküyüm" diyebilmenin akıl bileşkesinde kalmalıdır.
Ayrıca, KKTC'deki son genel seçimler de Türkiye insanının, en azından KKTC'li Türklerden yarısı kadarını aşan şovenliğindeki anlamsızlığı ortaya koymuştur.
Türkiye'nin AB üyeliği, KKTC'de 10 yıl sonra asker bulundurmasından daha büyük güvencedir.
KKTC'nin de suflayı geri çevirmemesi ve AB üyeliği statüsünü paylaşması Türkiye'nin yararına olur.
Ve nihayet, çözümsüzlüğün de bıkkınlık verdiği, KKTC'nin yeni kuşaklarına işkence gibi görünmekte olduğu görülmelidir.