Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Kısa süre önce “müşteki” sıfatıyla Zekeriya Öz’ün odasında ifade verdim.
Konu “Soner Yalçın’ın defterinde bundan 20-25 yıl önce yazıldığını sandığım el yazısı birkaç satırdı...”
Nazlı Ilıcak da Savcı Öz’e aynı satırlar nedeniyle daha önce “müşteki” sıfatıyla ifade vermişti.
Çıkışta gazetecilere konuşurken -mealen- şöyle demişti: “Güneri Cıvaoğlu ile ilişkimiz olduğuna dair el yazısı notları gösterdi. Güneri’nin eşi Canan çok eski ve iyi arkadaşımdır. Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Dava açılması için şikâyetçi oldum. Güneri’yi de çağıracaklar herhalde...”
İfadeye çağırılmamın nedeni de buydu.
Kültür ve Turizm Bakanı’nın davetlisi olarak Berlin’deydim.
“Organize suçlardan” bir başkomiser cep telefonumdan arayarak “yarın saat 14’te ifade vermek için Savcı Sayın Zekeriya Öz’e geliniz” demişti.
“Bunun mümkün olmadığını, hafta sonu İstanbul’a döneceğimi, pazartesiye ertelemenin mümkün olup olmadığını” sormuştum.
Bir de ricada bulunmuştum:
“Saat 15’ten sonra gazete yazısı ve ardından TV programı çalışmaları var acaba ifade için sayın savcı daha önceki bir saatte çağırabilir mi?”
Başkomiser “savcıma sorayım, size bildiririm” dedi.
Birkaç dakika sonra olumlu cevabı bildirdi:
“Savcım uygun buldu. Pazartesi saat 11’de ifadeye gelebilirsiniz...”
Bunları zihnimin bir köşesine olumlu notlar olarak kaydettim.
11’de odasındaydım.
Ayakta karşıladı.
El sıkıştık.
Çay ısmarladı.
“İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat olduğumu” öğrenince biraz hukuk fakültelerinden konuştuk.
“Benim Hukuk Fakültesi’ni bitirdiğim yıl doğduğunu” söylerken yaş ve kıdem konularında geleneklere özen gösterdiğini saptadım.
Güncel bütün dava konularında bir ufuk turu yaptık.
Kendisi için önemli parametreleri anlattı.
Burada o anlattıklarını tekrarlamam doğru olmaz.
Ancak “yayınlardan etkilenmeden sadece yasaları uyguladığını ve bazen hiç istemediği durumlar olabildiğini, örneğin 95 yaşında birinin tutuklanmasını -sırf yasa emrettiği için- istemek zorunda kaldığını” söylediğine işaret ediyorum.
“Tutuklamalar” için bir mesaj mıydı? Olabilir.
Soner’in el yazısı satırlarını okumadı.
Defteri uzattı “siz okuyun” dedi.
O çirkin ifadelerin aramızda sesli konuşulmasının doğru olmayacağına duyarlılık göstermişti.
“Ceza davası için şikâyetçi olmadığımı, böyle şeylerin tartışılacağı bir davada taraf olmak istemediğimi” söyledim.
Aynen zapta geçirtti.
“Böyle şeylerle zamanınızı aldık. Ama yasal zorunluluktu” dedi.
Orgenerallerin, profesörlerin ifade verdiği -tarihi diyebileceğimiz- odadan çıktığımda, benden sonra girecek olan, ünlü polis müdürü Hanefi Avcı’ydı.
Savcı Öz’e ifade izlenimlerimi -çok istek olduğu halde- daha önce yazmadım.
Çünkü Öz görevdeydi.
Şimdi değil.
Zaman için “Allah’ın değirmenleri” derler.
“Yavaş ama mutlaka öğütür...”
Zekeriya Öz’ün uygulamalarına toptancı bir tavrım yok.
Tersine... Türkiye’de vesayet odaklarını çökertmek çizgisi yadsınamaz.
Buna karşılık o kalın çizgi üzerindeki ciddi bulduğum bazı hukuk durakları için kaygılarım sürüyor.
Demokrasinin derinleşmesi için tabular devrilirken keşke o kaygılar olmasaydı.
Artıları ve eksileriyle deneyim birikimi oldu. Kariyerinin sonraki yılları için o birikim kılavuzluğu önemlidir.

Haberin Devamı

BOMBAYLA ŞAKA OLMAZ
İngiltere’de bir Türk, İstanbul’daki arkadaşına hediye kutusu içinde “çakma bomba düzeneği” yollamış.
Arkadaşı paketi açınca korkacak.
Belki yanında bunun “düzmece bomba olduğunu” bilen ortak arkadaşları da olacak.
Hep birlikte makaraya alacaklar.
Bana göre bu “insan şakası” değil.
Yaşadım bilirim.
Abdi İpekçi öldürüldükten sonra gazete genel yayın yönetmenlerine devlet yakın korumalar vermişti.
Bazılarımızın evlerinin önünde de polisler beklerdi.
O günlerde bir akşam kapı çalındı.
Açtım...
Kimse yok.
Yerde bir paket gördüm.
O gün doğum günümdü, “hediye bırakmış olmalılar” diye düşündüm.
Fakat bir gariplik hissettim.
Kutunun içinden “tık tık” saat sesi geliyor.
Herhalde doğum günü hediyesi saat bırakmış olamazlardı.
Kuşkulandım.
Evde konuklar var.
Onlar da kapıya, yanıma geldiler.
İçinden “tık tık” saat sesi gelen paketle karşılaşınca “sakın dokunma patlar” diye telaşla uyardılar.
Ev Yeniköy’de eski ahşap bir yalı.
Önümüz deniz.
“Yahu saat işliyor. Dokunmasam da patlayacak. Bırakın da şunu denize atayım. Birkaç saniyede yaparım” dedim.
Konuklardan biri “sen sakarsındır. Elin işe yatkın değil. Bırak ben atayım” diye araya girdi.
Ben karşı çıktım:
“Olmaz. Senin çocukların var. Benim yok. Ben atıyorum” dedim.
Onları beklemeden yerdeki paketi aldığım gibi 5-10 metre ötedeki balkona koştum, denize fırlattım.
Biraz bekledik.
Ne patlama, ne tıslama.
Bizim arkadaşlar “bomba su aldı, patlamaz artık” dediler.
Ben de “patlamaz elbette, çünkü, o düzmece bombayı siz yaptınız. Siz beni işlettiniz, ben de sizi” diye blöf yaptım.
Ama hayır...
Hiç öyle bir halleri yok.
Aradan aylar geçti sonradan bu “insanoğlu insan” şakasını itiraf ettiler.
.............
Bugün 1 Nisan...
Böyle “insanoğlu insan” şakaları yapılmasın.