Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


"Oynatmaya az kaldı, doktorum nerede?" (Fatih Erkoç)
Dün Ankara'da yürüyen esnaf, bu dizeleri söyledi mi?
Bilmiyorum.
Ama... Krizin requemi olarak İstanbul Festivali'nde icra edilebilir.
Ekonomik Koordinasyondan Sorumlu Bakan Kemal Derviş, dün işadamlarına "Türkiye insanı bir sinir krizi geçiriyor" demedi mi?
Gerçekten öyle.
Birinci gün Devlet Kağıtları İhalesi açılıyor. Kapış kapış gidiyor...
Yorum: "Halkın TL'ye güveni var."
Fakat... Ertesi gün tam tersi oluyor.
Bu kez de aynı halk, dolara hücum ediyor.
Yorum: "TL'den kaçış var."
Tam kafa karışıklığı...
Sonraki günlerde gene şaşırtıcı bir çelişki...
Dolar fırlıyor, borsa da yükseliyor.
Oysa... Dolar ve faiz arttığında borsa düşer... Dolar ve faiz düştüğünde borsa çıkar. Ekonomi kitapları böyle der...
Tam kafa karışıklığı...
Kısacası, Derviş "Türkiye insanı, sinir krizi geçirmekte" derken, yanlış teşhiste bulunmuyor.
O, zarif bir ifadeyle yetinmiş... Erkoç'un dizelerindeki gibi "oynatmak" deyimini kullanabilirdi.
"Krizle birlikte ulusça kafayı yedik" diyebilirdi.

Ekonomi rotasını yitirmişse, toplumun da bir o yöne bir bu yöne akması, sel suları gibi patlaması doğal.
Kriz, Cumhurbaşkanı Sezer'in Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlamıştı.
Dün Ecevit'e yazarkasa fırlatılmasına kadar dayandı.
Elbette ne biri ne diğeri onaylanamaz.
Ama şu da bir gerçek.
Anayasa kitapçığı fırlatıldığında Ecevit, basın toplantısı düzenleyerek "Türkiye'nin en büyük siyasi krizinin yaşandığını" söylemişti.
"Kendisinin, hiç böylesine bir hakaretle karşı karşıya kalmadığının" altını çizmişti.
İkincisini de bir büyük toplumsal bunalımın simgesi ve hakaret olarak görmüyor mu?
Toplumu oynatmanın eşiğine getiren, sinir krizine sokan nedenler sadece aritmetik diziyle ağırlaşan ekonomik sorunlar değildir.
Siyasetteki çelişkiler de sarsıyor.
Birgün söylenenin, ertesi gün ya da az sonra tam tersinin uygulanması.
"Bugün, yarın, yakında" gibi umut takvimleriyle dışarıdan büyük para beklentileri yaratıp sonra da "kendi içimize, kendi kaynaklarımıza dönüyoruz" gibi boş açıklamaları.
Birgün "iyiyiz" ertesi gün "çok kritik günlerdeyiz" söylemleri...
"Mesih" diye getirilen Derviş'in, "arkasında duruluyor" gibi görünürken, içten içe "onun çelmelendiği" izlenimleri...
"Derviş'in her an bırakabileceği" yolundaki kuşkuların sinsice pompalanması...
İktidar ortakları arasında uyumsuzluk, iğneleme, hatta didişmeler...
"Bu iktidarın, Türkiye'yi bunalımdan çıkartamayacağı" yolundaki kaygıların, toplumun orta direği esnafın bile eyleme geçmesiyle vurgulanması...

Kemal Derviş, krizden çıkış formülü için "ulusal uzlaşma" arıyor.
Ama her konuşmadan sonra onun yanından çıkanlar, "uzlaşma" değil "uzlaşmama" mesajları veriyor.
"Çok sıcak geçecek yarınların resimlerini" çiziyorlar.
Örneğin... "Doların nereye kadar tırmanacağı yolunda Derviş'in, işadamlarına söylediği iddia edilen rakkam" bankaları birgün önce alarma geçirmişti.
Belki de dolara son 48 saatte hücum, bu fısıltıların sonucu...
Dünyadaki bütün büyük şirketler, siyasi partiler, devletin gizli örgütleri ve planlama üniteleri sosyal psikologlarla çalışırlar.
Söylemlerinin, eylemlerinin, politikalarının yığınlardaki olası etkilerini önceden saptamaya çalışırlar.
"Yazarkasa fırlatma" sendromu, acaba sağlığı bozulmuş toplum psikolojisini mi yansıtıyor?
Yoksa... Ecevit'in ötesinde, siyasetteki kireçlenmiş kabuğu kırmaya, yeniden yapılanmaya yönelecek bir sosyal oluşumun sağlıklı bilinçlenme işareti mi?