Koç Grubu’nda bayrağı babası Rahmi Koç’tan devralan Mustafa Koç’un dün öğle yemeğinde konuğu olduk. Bir grup gazeteci ve TV’ciydik.
Koç grubu kriz dönemlerini yara almadan aşmış.
Dışa açılmada başarılı olması önemli neden.
Örneğin, buzdolabı gibi beyaz, TV gibi gri dayanıklı tüketim malları üretiminin yarısı ihraç edilmekte.
Otomotivde ise bu oran çok daha yüksek. Yüzde 80.
Pazar alanı Avrupa Birliği ülkeleri.
Koç’un ortağı büyük Avrupa şirketleri Türkiye’yi bazı modeller ve seriler için araştırma - geliştirme ve üretim üssü seçmişler.
Mustafa Koç yıllardır hem holdingde yetişti... Hem TÜSİAD’da başkan vekilliğine kadar gelerek ülke sorunları genelinde deneyim edindi. Siyasetle, medyayla, sivil toplum örgütleriyle, sınırların dışıyla çok yönlü diyalog oluşturdu.
Vehbi Bey’in "vatanım varsa ben de varım" ilkesi doğrultusunda bir kariyer çizgisi. Başarı diliyorum.
Çoğu kuruluş, krizde sapır sapır dökülürken Koç Grubu’nun ayakları üzerine sağlam basması ve Avrupa pazarlarına yönelmesi, bu denli yüksek oranlarda ihracat yapabilmesi nasıl sağlanmış?
Sorunun cevabındaki temel taş Vehbi Koç.
Daha, 1960’lı yıllarda, o zamanki adı Ortak Pazar olan Avrupa Birliği için bir araştırma grubu kurmuş.
Koç Grubu’nun Avrupa Birliği gerçeği karşısında üretim, alan seçimi, araştırma - geliştirme çalışmaları, grubun kurumlaşması, finansman kanalları ve kurumları, ortak tercihleri, rekabet için artıları ve eksileri, profesyonellik ve diğer pek çok konuda çalışmalar yaptırmış.
Bu çalışmaları sürekli izlemiş.
Koç Grubu’nun politikaları ile bu dosyanın öngörüleri arasında paraleller oluşturtmuş. Grubun profesyonelleri yol haritalarını bu etkeni de dikkate alarak çizmişler.
Rahmi Koç ve ailenin diğer bireyleri bu politikaları benimsemişler.
Yani AB, siyasal alanda hiçbir şey vermeden, ekonomide gümrük duvarlarının sıfıra indirildiği 70 milyonluk Türkiye pazarına olanca büyüklüğü ile yüklenirken, Koç Grubu önceden bu dalgayı göğüsleyecek mevzileri kazmış.
Başarının bir nedeni de süreklilik...
Aile içinde 3. kuşakla süren devamlılık. Profesyonel kadroyla devamlılık. Piyasada kalıcı olmakla devamlılık... İtibar çizgisiyle devamlılık. Yenilenme ilkesiyle devamlılık.
Yani sürekli evrim... Devrim değil.
Fay kırıkları yapmamak.
Bir de Türkiye’yi yönetmek iddiasındaki iktidarları düşünelim...
Adı eski de olsa CHP 10 yaşında.
AKP sadece bir buçuk yaşında.
Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, başında bulundukları bakanlıklar için deneyimlerine bakınız... Çoğu, neredeyse "işbaşında eğitim programında" gibiler.
Yaparken öğreniyor izlenimini veriyorlar.
Devletin doruklarına getireceklerimizde, siyasal sistemin, itibarlı bir holding başkanlığı ya da müdürlüğü için gereken kadar seçici olmaması sorunun özü.
Üstelik yetişmiş değerleri de yakın zamana kadar her 10 yılda bir ihtilallerle biçiyorduk.
Partileri kapatıyor, yöneticilerine siyaset yasağı koyuyorduk.
Yetişmişler nadasa alınırken, iyi tohumlar da siyaset toprağına düşmekten kaçınıyorlardı.
Şikâyete hakkımız yok. Siyasetçiye omuz vermek sorumluluğumuz var.
Yoksa... Siyaseti özelleştirsek mi?