YAZIK değil mi bu millete? Tansiyonun “tavan” yaptığı uzun bir “seçim” kampanyasında herkes zaten burnundan soluyordu.
Bangır bangır bağıran siyasetçilerin ses kirliliği...
Her taraftan sarkan plastikler...
TV ekranlarının işgali...
Bunlar da cabası.
Sandıklar açıldı, sonuçlar açıklandı.
Görüldü ki demokrasi tarihinin tüm görüşleri en yaygın olarak Meclis’e yansıtan bir seçim olmuş bu.
Katılım oranı da yüzde yüze yakın.
Hile hurda iddiaları -birkaç istisnayla- “yok.”
AK Parti’ye güçlü iktidar için ağırlıklı sayıda milletvekili çıkmış sandıklardan. Millet “istikrar” istemiş.
Ama Anayasa’yı tek başına değiştirecek, sistemi kökünden değiştirerek “tek adam” yaratan “başkanlık sistemine geçişi” esirgemiş.
Ana muhalefet partisi CHP’nin hem oylarını hem milletvekili sayısını arttırmış “sesin gür çıksın” demiş.
Kürt sorununun silahla değil siyasi zeminde çözülmesi isteğini BDP’ye aklının kenarından bile geçmeyen milletvekili sayısıyla ortaya koymuş.
YA SİYASETÇİ?
YANİ...
Her şey demokratik olgunluğu yansıtıyor.
Millet üstüne düşen görevi yapmış.
Bundan sonrası için beklediği sadece bütün kuralları ve kurumlarıyla işleyen bir demokrasi.
İyi yönetim...
Yönetimi etkin olarak markaja alacak bir muhalefet.
İnsan hakları ve ileri demokrasiyi kucaklayan yeni Anayasa.
Kanın durması.
Huzur, barış ve istikrarla ekonominin ve paylaşımın tırmanışı.
Siyasetçiye, millet “ben seçmen olarak görevimi yaptım, en yüksek katılımla, bütün görüşlerin Meclis’e girmesini sağladım. Bundan sonrası sizin işiniz” mesajını vermiş oluyor.
Peki milletin asistiyle topu ayağına alan siyasetçi ne yapmakta?
“Üslubunu daha da sertleştirmekte, birbiriyle çatışmakta, seçilmişleri hapiste tutmakta, siyaseti kitlemekte.”
Öyle ya...
Bakınız Meclis’in neredeyse yarısını oluşturan milletvekilleri yemin bile etmediler.
“Gerekirse 4 yıl yemin etmeyiz” diyorlar.
BDP bırakın yemin etmeyi TBMM’ye bile gelmiyor.
Grup toplantılarını Diyarbakır’da yapıyor.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir parti grubunu Ankara dışında, bir başka ilde toplamakta.
Daha önce Bakanlar Kurulu, partilerin yönetim kurulları “jest” olarak bazı duyarlı illerde toplanmıştır ama grup toplantısı örneği yok.
YARINIZ BİLE SEÇİLEMEZ
İKTİDAR partisi ise -görünüşte- oralı değil.
“Paşa gönlünüz bilir, ister Meclis’e gelip yemin edin, ister etmeyin biz sizler olmasanız da bu Meclis’i çalıştırırız” havasında.
Hatta “5 oturum üst üste Meclis’e katılmayanın milletvekilliği düşer” hükmünü sık sık vurgulayarak “15 Temmuz’dan sonra milletvekillikleriniz düşer, ara seçime gidilir. Yarınız bile seçilemez” tehdidi de var hesapta.
“Siyasetin giyotini kellelerinizi alsın istiyorsanız, neşeniz bilir” mesajı bu.
Üstelik, dönüş yolu da artık mayınlı.
Başbakan Erdoğan, yemin etmeyen CHP ve BDP’li milletvekilleri için halka “göreceksiniz tükürdüklerini yalayacaklar” demedi mi?
Bu durumda CHP mi, BDP mi yemin ederek “tükürdüğünü yalamış olmayı” kabullenir?
ÜZGÜNÜM
FUTBOL dünyasına dev bir göktaşı düştü. Ortalık toz duman.
Köklü bir temizlik lazımdı.
Geç bile kalınmıştı.
Yıllardır Türkiye’de “temiz eller” operasyonları yapılırken kafalarda “ya temiz ayaklar” soru işareti de vardı.
Düğmeye nihayet basıldı.
Toplum vicdanının, kolektif aklın ayyuka çıkan söylentilerle peşin yargısını bilmeme rağmen ihtiyatlıyım.
Hukukçu kimliğimle “mahkeme kararına kadar her zanlı, her sanık masumdur” diyorum.
Avrupa’da da böyle operasyonlar yapıldı.
Ciddi cezalar verildi.
Hatta en gözde takımlar ikinci lige düşürüldü.
Türkiye’de bu kararlı başlangıç nasıl ilerleyecek?
Bilemiyorum...
Ancak yeni bir “Ergenekon” olmamalı.
Tutukluluk, cezaya dönüşmemeli.
Suçlu ve suçsuzlar mümkün olan en kısa yargı sürecinde ortaya çıkarılmalı.
Elbette bütün bu olanlar tatsız.
“Yaşamın akciğerleri” dediğimiz yeşil sahalara bulaşan “şaibe pislikleri” temizlenmeli.
Elbette gözaltına alınan diğer takım mensuplarının da kısa sürede “aklanmalarını” diliyorum ama “eşitler arasında birincilik” Fenerbahçe’nin.
Bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçesiz ligin keyfi olmaz.