HUKUK fakültelerinde okutulmayan bir ders var. “Dünyadaki çok önemli davaların tarihi...”
Büyük adalet yanlışları, hükümleriyle devleşen hâkimler, dosyasını bir kuyumcu ustası gibi işleyerek tarihi değiştirecek dosyalara imza atan, mafyaya da iktidarlara da göğüs geren kahraman savcılar... Sonradan ortaya çıkan gerçeklerle vahim adalet sapmaları...
Bunlar hukuk fakültesi öğrencilerini daha birinci sınıftan adalet için hizmet verecek hukuk adamının bilincini, inancını oluşturacak, güçlendirecektir.
Adaletin kutsallığını içselleştirmek süreci daha fakülte sıralarından başlamalıdır.
Büyük hukukçuların, hâkimlerin, savcıların yaşamlarını anlatan biyografiler, genç hukuk öğrencisinin zihninde örnekler olarak kazınmalıdır.
Hukuk mesleğinin kutsallığına önce hukuk öğrencisi saygı duymalıdır.
Ne yazık ki bizler hukuk fakültelerinde bu eğitimi almadık.
4 yıl boyunca hukukun ilkelerini, tarihini, pozitif hukuk dediğimiz kanunları ve yorumunu uygulamayı, usulleri öğrendik. (Öğrenebildiğimiz kadar!..)
Hukukun damarlarında dolaştık ama onun “ulu” tapınağının kapısından girmeden diplomaları aldık.
Hukukun yüceliği daha sonraki yıllara; hâkim, savcı, avukat olarak mesleğin icrasının deneyimler sürecine bırakılmıştır.
Öğreti disiplini değil herkesin algılamasına kalmış bir süreçtir bu.
Bana gelince...
Yıllar sonra aldığım “avukat ruhsatı” çalışma odamın duvarında asılı ben ise daha fakültedeyken başladığım gazeteciliği sürdürüyorum.
Ama...
Beynimin ve yüreğimin içinde bir yerlerde hukuku saygın bir emanet gibi taşımaktayım.
Bir hukukçu olarak hukuku dışarıdan bakarak izlemenin, gözlemler yapmanın avantajı var.
Artıları ve eksileri daha net görmek mümkün oluyor.
İşte “fakültede bize dünyadaki çok önemli davaların tarihini, büyük hukukçuların yaşam öykülerini okutmalıydılar” fikri bu izlenimlerin ve gözlemlerin sonucudur.
........................
Hrant Dink cinayetinin sanıkları için karar verdikten sonra Hâkim Rüstem Eryılmaz’ın yaptığı açıklama bu işaret ettiğim hukuk fakültelerindeki “kara delik” düşüncemi, beynimdeki çatı arasından çıkarttı.
Güncelime getirdi koydu.
Sayın hâkim şöyle demiş:
“Kamuoyunun da dediği gibi birkaç gencin işleyebileceği cinayet değil. Örgütün varlığına dair delil yok.”
Burada bir kelime daha fazlası gereksiz.
Ancak...
Hrant Dink cinayeti dosyasında yer alan/yer almayan/yer aldırtılmayan kökleri yer yer zehirli, dokunulmaz/dokundurtulmaz günahlar ağının odağına Hâkim Rüstem Eryılmaz’ı koymak yanlıştır.
Hâkim Eryılmaz samimiyetle gerçeği/gerçeğini söylüyor.
“Kişisel” izlenimim bu cinayetin organize olduğudur ama elimizdeki delillere ve yasaya göre karar verebiliriz... Son tahlilde haklıdır.
Peki...
10 binler neden sokaklara döküldü?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bile karar sonrası neden rahatsızlıklarını dile getirdi?
Neden medyadaki bu dalgalanma?
Çünkü...
“Kanun devleti” yetmiyor.
Davanın hâkiminin bile içine sindiremediği bir durum/dram için “hukuk devletinde” tecelli edebilecek “adalet” isteniyor.
TÜRKÜZ, KÜRDÜZ, ERMENİYİZ
AHMET Hakan’ın “Hepimiz Ermeniyiz” söylemi etrafında fırtınalar esiyor.
Kabaran tepki dalgaları köpük köpük.
Bana göre haksızlık yapılıyor.
Ahmet Hakan’ın mesajı benim algılamama göre şöyle:
“Ben adalet nurunun düşmediği her kurban bedenden biriyim.
Bu anlamda Türküm, Kürdüm, Ermeniyim, siyah tenliyim, beyaz tenliyim, sarı ırktanım...
İnsanım.
‘Hepimiz Ermeniyiz’ söylemine yüklenen simgesel değer ayrıca ‘hamiş’ diye dipnota izah mı edilecekti?”