Fotoğrafa bakınız. Bu bir itfaiye aracı. Üstündekiler de itfaiye ekibi.
Ancak...
“Oksimoron” bir durum var.
Bu araç ve araçtakiler, yangın söndürmeye değil tam tersine yangın çıkarmaya gidiyor.
Görev “kitap yakmak, kitap çoksa bulundukları evle birlikte yakmak!..”
Öyle mahkeme kararıyla yasaklanmış kitaplar sanılmasın.
Ne olursa olsun her kitap yasak.
Çocuk kitapları bile bulunduğunda yakılıyor.
İtfaiyenin görevi “kitap olduğu ihbar edilen eve baskın yapmak, bulduklarını yakmak.”
Bu “ucube” itfaiye aracı ve itfaiyecilerin fotoğrafı Fahrenhayt (Fahrenheit) 451 adlı filmden bir sahne...
Ekibin adı “Fahrenhayt 451.”
Neden?
Çünkü kâğıt Fahrenhayt 451 derecede yanmaya başlıyor.
“X” zamanda, “Y” ülkesindeki rejim, “kitap bulundurmayı ve kitap okumayı” kesinlikle yasaklamış.
Okuyana ve bulundurana ağır ceza kesiliyor.
Fakat...
Kitaplar yakılsa da bir grup aydın arasında görev bölümü yapmış.
Her biri, bir kitabı başından sonuna noktasıyla, virgülüyle ezberliyor.
Yaşlananlar, zihinlerde gelecek kuşaklara iletilmesi için kitabı gençlere tekrarlaya tekrarlaya ezberletiyorlar.
Onların isimleri yerine zihinlerinde taşıdıkları kitabın adı var.
Örneğin birisi kendini tanıştırırken “Anna Karenina” diyor.
Tolstoy’un bu şaheserini beyin kıvrımlarında saklamak ve gelecek kuşaklara iletmek onun misyonu.
Kişi ismi yok, ezberlediği kitap onun kimliği...
Zihinlerdeki kitabı bulmak için baskın yapmak, alev makinelerinde düşünce yakmak mümkün değil.
Peki neden bu kitap düşmanlığı?
Ülke yönetiminin açıkladığı gerekçeye göre “kitap mutluluğu bozuyor.”
Kitaptan bir ciddi “sağlık sorunu” gibi dehşet içinde söz ediliyor.
Kitap okuduğundan şüphe duyulanlara “mikrop kapmaktan” korkarcasına uzak duruluyor.
François Truffaut’un bu filmi 2011 Türkiye’sinde “vurgulanarak” gündemde tutulmakta.
Ekrandaki kitaba, basılmamış kitaba baskın... Bilgisayar zihnindeki sayfalarının silinmesi... İnternet ortamında gönderilmiş olduğu saptanan bilgisayar ekranlarına baskın ve silme işlemleri bağlamında Fahrenhayt 451’e göndermeler yapılıyor.
Peki Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı da “mutluluğu bozar” diye bir kaygı mı var?
Onu bilemem.
Çünkü kitabı görmedim.
Ama...
Bu baskınlardan, ekran silmelerden “mutlu” olanları görmek “mutsuzluk” veriyor.
SON GECE
Beyaz perdede iki güzel; Keira Knightley ve Eva Mendes...
Onlar olunca film zaten izlenir.
Bir de senaryosu, çekimi, müziği ve oyuncularıyla filmin kendisi de güzelse bu bir şölen.
İstanbul Film Festivali’nin ön açılışı “SON GECE” adlı bu filmle yapıldı.
Yazar Jo rolündeki Keira Knightley ile kocasını oynayan Sam Worthington 3 yıllık evli genç bir çifttir.
Koca, bir iş gezisine çıkar.
O gece iş arkadaşı rolündeki Eva Mendes’le...
Keira Knightley ise 2 yıl önce Paris’te aşk yaşadığı ve unutamadığı Fransız roman yazarı Guillaume Cane ile...
Sadece bir gecenin seks arzusu ile evlilik sorumluluğu arasında gelgitlerle örülen müthiş gerilimli ama o oranda da dayanılmaz “günah çağırısına” sürükleniş görüntüleri.
Romantik, gerçekçi, estetik...
Bu film Toronto Festivali’nin kapanışında gösterilmiş.
Çoğu çift böyle “tek gece”yi gerçek yaşamda oynanmıştır.
Oynamış olanlara “anı tazelemesi...”
Oynamamış olanlara “kılavuz.”
SİNEMA DERVİŞİ BAY SİNEMA
Türker İnanoğlu’nun yaşamıyla örtüşen bir lakaptır “Bay Sinema...”
Filmleri, evlilikleri, dostları, müzesi, okulu, sanat merkezi, arşivleri ile sinema gezegeninde semah yapan bir “sinema dervişi”dir.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen “Yeşilçam Ödülleri gecesinde” ilk kez onur ödülü de programa konuldu.
Türker İnanoğlu elbette en doğru seçim.
Bu seçimi yapanları da kutlamak gerek.