Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Antalya “Hillside/Su” Oteli, basketboldaki zaferlerin “kutsal kâsesi...”
Çırağan’da Basketbol Federasyonu tarafından düzenlenen kokteylden sonra Milli Takım oyuncuları, kampa girdiler.
“Kampa alındılar” değil, “girdiler” sözcüğünü kullanmamın nedeni “kampı oyuncuların istemiş” olmaları.
“Topla oynamaya başlamadan önce birbirimizi tanıyalım. Antrenman yapmadan sadece konuşarak, yaşamı paylaşarak kaynaşalım” demişler.
Hillside/Su kampında çok önemli bir karar almışlar. “Egolarımızı gömeceğiz, takım olacağız...”
Daha önceki yıllarda Türk Milli Takımı birkaç yıldızla sonuca gitmeye çalışırdı. Takım oyunu yoktu.
Yıldızlar durdu mu, takım da dururdu. Oyuna birkaç yıldız damgasını vururdu.
Oysa...
2010 Dünya Şampiyonası’nda “takım ruhu/takım oyunu” maçlara imza atıyor.
Bu büyük değişimin doğum yeri Antalya’daki kamp.
Hocaya armağan
Antalya’daki bu kararı “hocaya armağan” söylemiyle perçinlemişler.
Tanjeviç, şampiyona bittikten sonra Milli Takım’dan ayrılıyor.
Roma takımıyla anlaşmış.
Sağlık sorunu nedeniyle artık aktif koçluk yapmayacak, “teknik danışman” olarak katkıda bulunacak.
Hastalığına rağmen hocanın takımın başında kalması “12 Devi” duygulandırmış.
Tanjeviç’e “zaferler” armağan etmeye odaklanmışlar.
Gerçekten Tanjeviç’in oyun kurmakta “takım oyunu kararı” elini rahatlatmış.
“Saha savunmasına” dayalı oyunu ancak böyle bir “kollektif ruh” varsa kurgulayabilirdi.
Basketbol Milli Takımı’nın geleneksel “hücum” kurgusunun yerine “savunma kaynaklı” oyun işte böyle oluşmuş.
Tanjeviç onlara, “Savunmanız iyi olursa, hücumunuz daha etkili olacak” demiş.
Hidayet de bu kurgunun beyni.
Egosunu gömerek hepsine örnek oluyor.
İçerden aldığım izlenimlere göre “12 Dev” Sırpları yeneceklerine hiç kuşku duymuyorlar.
Federasyon Başkanı Turgay Demirel, bütün eleştirilere karşın “sağlık sorunu olan Tanjeviç’i görevde tutarak ve bir tez konusu olabilecek şu oluşumu sağlayarak sporda liderlik örneği vermiştir.”
....................................
Ve bir öneri...
Türkiye’nin birliğe ve bütünlüğe büyük ihtiyacı olan şu duyarlı süreçte 70 milyon insanımız için ortak değer yaratan Tanjeviç’e “Türk vatandaşlığı” verilmesi nasıl da anlamlı olur.
Oyuncular ona “zaferler” armağan ediyor, Türkiye de “vatandaşlık jestiyle” taç giydirmeli.



REFERANDUMDA KADINA “HAYIR”
Siyaset biliminde “referandumun sakıncalarına İsviçre’den örnek” gösterilir.
Referanduma en sık başvuran ülke olan İsviçre’de uzak sayılmayacak bir geçmişte kadınların oy verme hakkı yoktu.
Bu konuda sandıklar kuruldu. Halka, “kadınlara oy kullanma hakkı verilsin mi” diye soruldu.
Sonuç...
“HAYIR” oyları daha fazla çıktı. Kadınlar bir süre daha bu haktan yoksun kaldılar.
“Oy vermeleri” için 70’li yıllara kadar beklemeleri gerekti.
Atatürk Türkiyesi’nde daha Cumhuriyetin ilk yıllarında “kadına seçme ve seçilme hakkı” tanınmıştı.
Atatürk’e “dayatmacıydı” eleştirisini getirenler aradaki farkı düşünmeliler.
Atatürk, “kadına seçme ve seçilme hakkı” için referanduma gitseydi, o yılların zihniyetini dikkate alırsanız, sandıklardan “EVET” çıkar mıydı?
Geçelim...
Asıl sorun “referandumun siyaset biliminde fazla yüceltilmiş olmaması...”
20 milyon “HAYIR” ve 20 milyon artı 1 “EVET” çıkarsa, bu “çoğulcu” değil, “çoğunlukçu” demokrasi olur.
Oysa... Çağdaş demokrasi mümkün olan en çok sayıda fikirlerin katılabileceği sistemdir.
Ne ilginçtir ki... Anayasa değişikliği için Meclis’te “nitelikli çoğunluk oyu” zorunlu ama referandumda “basit çoğunluk oyu” yeterli.
Referandum oylarında da “nitelikli çoğunluk” tartışmaları -hiç değilse bundan sonrakiler için- yararlı olabilir.
Ayrıca... İsviçre gibi bir ülkede bile sandıklardan “kadınlara oy hakkına HAYIR” oyları çoğunlukta çıkmışsa, referandumun kendisi de sorgulanabilir.
Mahkemelerdeki davalar, halk mahkemelerine bırakılsa, kararların “adil” olacağını kim söyleyebilir?
Ama... Anayasal bir kurumdur, saygılıyız.



HEYHAT
12 Eylül’de referanduma sunulan maddelerden biri de, 12 Eylül 1980 İhtilali’ni yapanlara “yargı yolunun açılması.”
Ne ilginçtir ki, 1982 Anayasası’nda olmayan referandumu 1986’da dönemin Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül askeri yönetiminin başkanı Kenan Evren önermiştir.
Siyaset yapmaları yasak olan Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş ile onların partilerinin önde gelenlerine “seçme/seçilme haklarının iadesi” için referanduma gidilmesini, bunun için Anayasa’da referandumu düzenleyen değişiklik yapılmasını isteyen Kenan Evren’dir. Bu isteğini de ilk kez bana açmıştı. Gündeme sürmanşetten taşımıştım.
Toplumda büyük destek görmüştü. Kabaran dalganın önünde durulamazdı.
Zamanın Başbakanı Turgut Özal, “daha fazla demokrasi” tsunamisi ile anayasa değişikliğine -adeta- sürüklenmişti.
Bir 12 Eylül’de ihtilal... 30 yıl sonra bir başka 12 Eylül’de “ihtilali yapanlara yargı yolunu açmak amaçlı” referandum...
Yıllar önce referandumu Anayasa’ya koydurtan kişiye, o referandum maddesiyle sandıklardan “EVET” çıkarsa -zaman aşımı hükmü tartışmaya açılarak belki de- yargı yolunun açılması...