Tümseğin bir ucu ile diğeri arasındaki mesafe, yaşamla ölüm arasındaki birkaç saniyelik süreç ama geçmek bilmiyor. Saat gibi geliyor.O ecel sürecini yaşadığım için, PKK'lı kovalayan askerin ya da güvenlik güçlerinin dağ ve köy yollarında "taze toprak sendromunu" yüreğimde hissediyorum.O duygu, büyük kentin serin hava soğutmalı plazalarında algılanamaz.Emin Çölaşan'ın "Asfalt yola mayın döşenemez. Güneydoğu'da köy yolları, dağ yolları asfaltlanmalı" çağrısı, gerçeğin ve vicdanın sesidir."Şu kadar kilometre duble yol yaptık" gibi açıklamalarla, her biri mezar tümseklere dönüşen, mayınlanmış yollardaki taze toprak sendromu aşılamaz....................Benim bir kez yaşadığım "mayınlı taze toprak sendromu," Güneydoğu dağlarında çarpışan subayların, astsubayların, erlerin, özel timlerin aylar, yıllar süren "ölümle dans" dehşetinin yanında çok küçük kalır ama bu kahraman insanlarımızı algılayabilmek için önemlidir.Anlatayım.......................9 Temmuz 1987... Dönemin Başbakanı Turgut Özal'la birlikte Diyarbakır'dayız.Acı haber geldi; Midyat'ın Yuvalı mezrasında PKK, 7'si bebek 9 kişiyi kurşuna dizmişti.Özal ve beraberindeki bakanlar, danışmanlar helikopterle Yuvalı'ya uçtular.Yavuz Donat ve ben bir otomobil kiraladık, yola koyulduk.Yuvalı köyü girişinde komando astsubayı yolumuzu kesti."Bundan sonrasına araçla gidemezsiniz. Köye giden 2 kilometrelik yol mayınlı olabilir. Yoldan çıkıp araziden yürüyeceksiniz" dedi.Ya arazi de mayınlanmışsa?"Yanınıza mayın tarama araçlı asker veremem" cevabını aldık.O sırada polis özel timinin amiri, beyaz bir minibüsü işaret etti. "Binin, biz gidiyoruz mayınlı dedikleri yoldan" diye seslendi.Komando astsubayına da, "bugün itibariyle bölgede sıkıyönetim bitti. Olağanüstü hal başladı. Gazetecilere engel olmak yetkiniz yok" uyarısında bulundu.Yavuz'la birlikte aracın en arkasına karşılıklı oturduk. Aklımızca ön tekerler mayına bastığında patlama olacaktı. Biz arka tekerler üzerinde olduğumuz için belki de kurtulurduk.Fakat gene de ölüm korkusuyla burun burunaydık.Araç, ancak yürüyüş hızıyla ilerliyordu.Yavuz'u gözlüyordum. Alnında ve yüzünde iğne ucu kadar beliren terler, birkaç saniye içinde hızla irileşiyor, nohut büyüklüğünde damlalar halinde patır patır dökülüyordu. Saçları, yüzü, gömleği, pantolonu suya düşmüşçesine sırılsıklamdı. Sonradan Yavuz söyledi. Ben de öyleymişim.Bir süre sonra aracı kullanan polis frene bastı. Durduk. Önde oturan kıdemlisine, "Amirim, yolun ortasında taze toprak tümseği var. Mayınlı olabilir" dedi.Amir, "Korkuyor musun?" diye sordu.Cevap, "Kendim için değil, konuklarımız var" oldu.Amir, "Kader birliği yapıyoruz, yürü" komutunu verdi.Araç, toprak yolda sarsıla yıkıla tümseğe vardı. Taze toprağı, tekerleklerin tam arasına alarak ve çok yavaş, adeta kaplumbağa hızıyla ilerledik.Yavuz Donat ve benden ter, çeşme gibi akıyordu. Tırnaklarım avuçlarıma gömülmüştü. Tümseği aştıktan birkaç yüz metre sonra, art arda üç taze toprak tümseği daha gördük. Araçtan indik. Elinde mayın dedektörü olan bir özel tim mensubunun arkasından köye ilerledik.Bu arada bir patlama daha... Beyaz bir minibüs havaya uçtu....................Yıllar geçti. Beni Abdullah Öcalan'a götürmekte olan araçta, PKK'lı Oktay (kod adı), o gün Yuvalı yolunda kumandayla mayını patlattıklarında, "Sizi de aynı araçta sandık. Gitti gazeteciler. Hedef onlar değildi dedik" diye anlattı. Bana meyve ikram eden Oktay, katilimiz olabilirmiş. ...................Yıllık iznimin bir bölümünü kullanmak üzere ara... Esenlikler dilerim. g.civaoglu@milliyet.com.tr PKK'nın Azrail gibi gezindiği dağ yolundayız... "Mayınlı" izlenimi veren taze toprak tümsek üzerinden geçiş yapacağız.