Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Tek ve tek başına TÜRKAN



ŞEFFAF ODA’nın yedinci yılı. Çok isteyip de konuğum olamayan birkaç ismin başında Türkan Saylan gelir.
Programın çekim gününü ve saatini bile saptamıştık.
Ne yazık ki o çok üzücü baskın olayı yaşandı.
Ergenekon şüphelisi olarak gün boyu evi, dosyaları, dolapları arandı.
“Duyguların uçuştuğu çok özel” mektuplarına bile el konuldu.
O zamanlar mobil telefonlara SMS’ler, internet muhabbetleri, e-mail mesajları yoktu.
Parfümlü mektuplar
Kızlar, sevgililerine, kâğıda parfüm damlattıkları mektuplar gönderirlerdi.
Türkan Saylan’ın genç kızlığı da, hatta daha ileri yılları da böyle romantik mektuplaşmalarla geçmişti.
Onlara bile el konulmuş.
Kemoterapi seanslarıyla bitkin halde yatağındayken bunlara maruz kalmak onu büsbütün perişan etmiş.
İşte bu süreçte program çekimine gelmesinin mümkün olamayacağı bildirilmişti.
Bazıları yakınlaştıkça daha da büyür... Bazı “büyük sanılanlar” ise yaklaştıkça küçülür...
Kısa süre önce yitirdiğimiz Türkan Saylan birincilerden.
Daha lisedeyken doktor olmaya karar vermiş.
Cüzzamlılarla ilk temas
Tıp Fakültesi’ndeyken hocasının grup halinde öğrencilerini götürdüğü Bakırköy’deki hastanenin “tecrit” bölümünde burnu, kulağı düşmüş, elleri pençeleşmiş, ayakları tanınmaz hale gelmiş cüzamlılarla karşılaşmış.
Onlara kimse dokunamıyormuş.
Yemekler hastanedeki diğer hastaların artıklarıymış. “Tedavisi imkânsız” hükmüyle terk edilmiş, insanlığın dışına itilmiş olarak kaçınılmaz sonlarını bekliyorlarmış.
Genç Türkan, derinden etkilenmiş.
Mucize kitap
“Cüzamlıların tedavisi mümkün mü?” diye günlerce araştırma yapmış.
Sonunda aradığı mucize kitapla karşılaşmış.
Ve...
O anda deri hastalıklarında uzman olmaya, kendini cüzamlıların tedavisine adamaya karar vermiş.
Hocaları, ailesi ve arkadaşları Türkan’a “deli misin, neden çocuk hastalıkları, kadın doğum uzmanı olmuyorsun, para kazanmak istemiyor musun?” diye onu sorgulamışlar.
Kararından vazgeçirmekte hiçbiri başarılı olamamış.
İki evliliğe nokta
Türkan sırf kendini cüzamlılara adadığı ve aşklarını, evini ihmal ettiği için iki evliliğini de noktalamak zorunda kalmış.
Ama hep şükrettiği kazancı ilk evliliğinden doğan iki oğlu Çınar ve Çağlayan.
Elbette çok yoğun bir tıp yaşamını evlilikle birlikte sürdürmek mümkün değil.
En ücra köylere, mezralara giderek ekibiyle birlikte cüzam taramaları yapmış.
Ailelerinde cüzamlı olanlar, bunu sır gibi saklarlar, o cüzamlıyı ahırlara tıkarlarmış.
Cüzamlı aileye kız verilmez, onlardan kız alınmaz hatta el ele dokunulmazmış da ondan...
Türkan bu cüzamlılar için fonlar sağlayarak, sosyal etkinliklerden gelir üreterek tedavi merkezleri kurdurmuş.
Cüzamlıları tedavi ederek hayata dönmelerini sağlamış.
Hatta sağlık eğitiminden geçirerek yeni gelen cüzamlıların tedavilerinde sağlık görevlisi olarak istihdam etmiş.
Sonrası...
Cüzamlıların yanı sıra okuyamayan kızlara bursların verildiği, tüm olanakların sağlandığı “Kardelenler” gibi projeler ve 10 bini aşkın kızın okumasını, meslek edinmesini sağlayan kutsal çatı “ÇYDD...”
Bu süreçte Türkan profesör ve kürsü başkanı oluyor.
Sadece kendisi mi?
Hemşiresi Prof. oldu
Hemşirelik yıllarından başlayarak omuz omuza mücadele verdiği Ayşe Yüksel gibi “canları” da profesör ve kürsü başkanı olmuşlar.
Ayşe Kulin “Tek ve Tek Başına Türkan” kitabında bunları harikulade bir derinlikte ama su hafifliğinde anlatıyor.
Sayfalar akıp gidiyor...
Tek ve Tek Başına şimdi TV dizisi...
Çok tuttu.
Başrol de oynayan Pınar Öğün müthiş başarılı.
Pınar Bilkent Üniversitesi’nde oyunculuk bölümünden ve Londra’da Haluk Bilginer’in de eğitim aldığı okuldan mezun.
İkisi de ŞEFFAF ODA’nın konuğu...




FİLM VE FİLM MÜZİKLERİ
Tek ve tek başına TÜRKAN


İKSV’nin eski İstanbul konağını yenileyerek kente kazandırdığı tarihi binasında gene hoş bir gece...
Çatı katındaki “X” de Haliç manzarasına karşı lezzet sörfü ve sonrasında alt kattaki “SALON”da “filmekimi” açılış daveti.
Özelliği...
Dev ekranda “filmekimi”nde gösterilecek filmlerden görüntüler izlenirken “MODEL” grubundan film müziklerinin canlı performansı...
Cannes, Berlin, Sundance, Venedik gibi festivallerin ödüllü filmlerinin ve bir dizi iddialı sanat filminin tanıtımı için etkileyici bir format. Ardından Demir Demirkan...
İstanbul gerçekten büyüleyici...
Genel kanı, İstanbul’un artık New York, Londra, Paris gibi bir çekim alanı oluşturduğu... Sanatın yürek atışlarını gümbür gümbür yansıttığı...



ISTAKOZ’DAN BİR?MUCİZE
Tek ve tek başına TÜRKAN


20 yıl kadar önce genç bir Türk kızı Figen ile sevgilisi genç Amerikalı Randolph Sarıyer/Urcan balık lokantasına giderler.
Güneşli bir öğle vakti...
Deniz şıpır şıpır lokantanın duvarlarına küçük dalgalar halinde öpücükler konduruyor...
Amerikalı Randolph Ward Mays ıstakoz ısmarlıyor.
Rakı eşliğinde enfes hazırlanmış ıstakozu ve diğer mezeleri keyifle yiyorlar.
Ve...
Her genç çiftin başına gelebilecek kâbus...
Hesap uzatılıyor.
Astronomik bir rakam.
“Neden bu kadar kabarık bir hesap” sorusuna, garson “ıstakoz yediniz” cevabını veriyor.
Istakozun dudak uçuklatacak fiyatını görünce Amerikalı hayretler içinde kalıyor.
Hesabı ödeyip çıktıklarında Figen’e “ıstakoz madem bu kadar pahalı, biz de ıstakoz ithal edip satalım. Bizim oralarda çok ucuzdur. İyi para kazanırız.” diyor.
ADCO’nun doğumu işte budur.
Aradan geçen 20 yıl içinde ADCO Gusto’nun, seçkin lezzetlerin geçit yaptığı podyuma dönüştü.
Yerkürenin en leziz peynir çeşitleri, jambonlar, seçkin şaraplar, konyaklar, şampanyalar diğer damak şenlikleri ADCO’da...
Figen ve Randolph Ward Mays bu sunulanların özelliklerini derinliğiyle bilen, literatürünü sohbete dönüştüren, en iddialı şarap üreticilerini Türkiye’de konuk eden, onları gurme tarikatı mensuplarıyla bir araya getiren bir çift...
20. yılı izleyen yıllarda da ağız tatları hiç bozulmasın.


DAMLA?SAKIZI VE?KAHVE
Tek ve tek başına TÜRKAN


Sayfanın adı “Pazar Kahvesi”...
Kısa bir kahve muhabbeti yapalım.
Şu ithal kahve paletinden renklerin içinde epey yıl geçtikten sonra gene bizim köpüklü Türk kahvesi fincanına demir attım.
Bizim “ekselans” Uğur Ergun, Yunan adalarından damla sakızı macunu getirmişti.
Küçük bir kaşık damla sakızından ısırıp, kahveyi höpürdeterek yudumlamak bir başka zevk...
Ama bitti...
Ve bir keşif yaptım.
Çeşme’de gene Yunanistan’dan ithal edilen ve “anfora” şeklindeki şişelerde satılan harika bir damla sakızı macunu...
Umut Altan’ın yelpazesinde hem bu damla sakızı macunları hem de gene Yunan adalarından ithal edilen özel reçellerle aşk yaşıyorum.
Hele o mandalinalısı...
Aslında bu lezzetler Osmanlı’nın.
Kahve de öyle içilirmiş.
Ne yazık ki Ege kıyılarımızdaki sakız ağaçları kıyıma uğramış.
Şimdi, Ege Orman Vakfı zeytin, zeytinyağı, kırmızı pul biber gibi organik ürünlerinin yanı sıra diktiği yüz binlerce ağacın ötesinde sakız ağaçları yetiştirme misyonuna da el attı.
Tebrikler...