Dün geceki derbiden sonra bir futbol muhabbeti... "Futbol ve Edebiyat" isimli makaleden örnekler sunalım. Uruguay'lı yazar Eduardo Galeano "Gol, futbolun orgazmıdır" demiş. Peru'lu yazar Mario Vargas Llosa bu zevkin yol haritasını çiziyor: "Her ülkenin insanı, nasıl sevişiyorsa futbolu da öyle oynar. Oyuncuların sahadaki taktik ve teknikleri, o ulusun erotik gelenek ve fantazilerinin futbola çevrilmesidir. Söz gelimi... Brezilyalı futbolcu, oyalanıp geciktirerek oynar. Topa vurmaktansa sevgiyle okşar onu; ondan ayrılmak istemez; topu ağlara gömmek yerine, topla birlikte ağlara gömülmeyi yeğler."
Futbol topunun ruhu
Avusturya'lı yazar Peter Handke, futbol için erotik söylemi "top" metaforuyla sürdürüyor: "Futbol topunun bir ruhu vardır. Havayla dolu olmadığı sürece yumuşak ve ölüdür. Hava üfleyin, futbol topunun ruhu şişer. Hareket etmeye, ettirilmeye hazırdır." "Sevgili" filmiyle yaşam öyküsünü izlediğimiz ünlü yazar Marguerite Duras, kadın gözüyle futbolu şöyle anlatıyor: "Futbolda meleksi bir yan görüyorum. Futbola bakınca insanları, erkekleri hiçbir şeyin bozamadığı bir saflık içinde görüyorum. Bu da beni heyecanlandırıyor."
Filmin adı "Gol"
Ressam Abidin Dino, 1966 Dünya Futbol Kupası'nı belgeleyen "Gol" filminin yönetmeniydi. Cevat Çapan, Dino'nun Gol filmi hazırlıklarını şöyle anlatıyor: "Maçlar oynanmadan önce olası bütün pozisyonlar için yüzlerce resim çizmişti. Maçların hangi anlayışla çekileceğini, kameraların ne zaman, hangi açıdan, hangi irilikte, nasıl yaklaşmalar ve uzaklaşmalar yapacaklarını önceden kararlaştırmış." Günümüzde maç yönetmenlerinin ekranlardan sunacakları spor estetiği açısından Abidin Dino'nun bu çalışmalarını görmelerinde büyük fayda var. "Abidin Dino, Gol için yaklaşık 100 bin metre film çekmiş. Filmi bir ayda montajlayıp, yapımcı Octavio Sonoret'e teslim etmiş. Sonuç; Sükse... Film, İstanbul'da oynadığında da büyük ilgi görür. Ve Dino, uzun bir ayrılıktan sonra böylece ilk kez Türkiye'ye döner. Pasaport kontrolü yapan görevli, kendisinin Emniyet Birinci Şube'den istendiğini bildirir! Onu karşılayan dostlarla birlikte ünlü Sansaryan Han'a gidilir."
Lahanaspor - Bamyaspor
Dün, "Cimbom" ya da "Kara Kartal" tempolarının yankılandığı İstanbul'da, yüzyıllar önce spor karşılaşmalarında "Lahanalar" ve "Bamyalar" diye bağırılırmış. Prof. Gül İrepoğlu, "Osmanlı Sanatında Spor Dünyası ve Spor Betimlemeleri" konulu harika bir araştırma yapmış. Osmanlı'daki ilk spor takımları, 15. yüzyılda Sultan II. Murat dönemine dayanıyor. Amasya'nın bamyası, Merzifon'un ise lahanası ünlü olduğundan kurduğu ilk spor takımlarına "Bamyacılar" ve "Lahanacılar" adlarını vermiş. Bunlar cirit karşılaşmaları yaparlarmış. Lahanacılar ve Bamyacılar ezeli rekabeti, Osmanlı Sarayı'nda yüzyıllar boyu özenle sürdürülmüş. Sultan III. Selim, Lahanacılar'ı, Sultan II. Mahmut ise Bamyacılar'ı tutarmış. III. Selim, tuttuğu Lahanacılar takımına duyduğu sevgiyi bir şiirle dile getirmiş. Son mısralar şöyle: "Dizilmez yüzbin, bir ipliğe, bamya gibi Arslandır o, arabayla gezer sanki lahana ...Lahanacım, lahanacım, lahanacım, lahana!" Acaba, bugünün "Arslan... Kartal... Kanarya..." söylemleri için yüzyıllar sonra araştırmacılar neler yazacak?
Yukarıda bahsedilen araştırmalar, "P" dergisinin 10.sayısında yayınlanmıştır.