Pazar kahvesi
Diktatörlük sosyal deneyimi gerçeğe dönüşüyor.
Alman milleti nasıl oldu da Avusturyalı bir eski onbaşı olan demagog Hitler’i seçimlerle iktidar yaptı?..
Ona “seçilmiş diktatör” olması için oy verdi... Peşine düştü. Felakete sel gibi aktı.
Bu sürecin izahı; “toplumsal hipnozdur”.
Yani... Öyle bir psikoloji oluşur ki, bilinci esir alır.
Toplumu “hipnotize” eder.
Demokrasilerin yumuşak karnı budur.
Halkın oylarıyla seçilenler demokratik sürecin meşru iktidarı sayılırlar.
Demokrasi kendisini tüketebilecek bu olasılıklara karşı antikorlara yeterince sahip değilse toplum, tarih nehrinde felakete akar.
Hipnozu ortaya koyan ilginç bir film olan Die Welle (Tehlikeli Oyun) mutlaka görülmeli.
Konusunu Morton Rhue’nin 1967 yılında Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde yaşanan gerçek bir olayı anlatan romandan almış.
Alman yönetmen Dennis Gansel, Almanya’da yaşanan bir olaymış gibi beyazperdeye aktarmış.
Konu şöyle:
Günümüz Almanya’sı lise öğretmeni Rainer, totaliter bir devletin nasıl oluştuğunu ve işlediğini anlatmak için öğrencilerine bir sosyolojik deney yaptırır.
Sınıf, kısa bir süre için totaliter bir devlet modelini örnek alarak örgütlenecektir.
Birkaç gün için öngörülen bu deney, “dalga” adlı gerçek bir harekete dönüşür.
Önce logo tasarlanır, ardından üniformalar... Kendine özgü selam... İletişim kuralları...
Öğrenciler oluşumun parçası haline gelmenin verdiği gazla kendilerini bir şey zannetmeye başlarlar.
Ardından öğrenciler arasında dışlanma ve tehditler gelir. Fikir ayrılıkları şiddete dönüşür. Her şey kontrolden çıkar.
İşte “toplumsal hipnoz”.
VE BİREYSEL HİPNOZ
Sinemalarda gösterime giren “GİRDAP” da gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanmış. Yönetmen ve senaryo Talip Karamahmutoğlu imzalı.
Başrolde Ozan Bilen... Konu şöyle:
Taşradan İstanbul’a gelen bir üniversite öğrencisi yalnızlık, dar olanaklar içindeyken “siyasal ümmetçi” bir grubun içine çekilir.
Kız arkadaşından, hatta ailesinden kopar.
Başlangıçta camiye gittiği günlerde sevgi ve hayat doluyken, siyasallaştıktan sonra kin ve nefret güdümünde saldırgan bir kişiliğe dönüşür.
“Siyasal ümmetçi” çevrede, Çeçenistan’da, Afganistan’da savaşmış abilerin telkinleriyle intihar eylemcisi olmak, şahadet mertebesi artık onun hedefidir.
Sonrasını anlatmayayım.
Ama... Filmde adeta kare kare, bir gencin ölmeye ve öldürmeye kararlı intihar bombacısına dönüşümü, dehşetle ve acıyla izleniyor.
Günümüz Türkiye’si ve dünyasında olanlara bu iki filmin karelerinden de bakmak gerek...
ŞARAP ALAYLISI DEĞİL, OKUMUŞU
Aydın Yazıcı ve eşi İsviçre kökenli Ursula, yıllardır Yeniköy’de “Swiss Restaurant”ı işletirler.
Sabah kahvaltılarımın, sık sık da öğle yemeklerimin en keyifli adresidir.
Ursula’nın eli lezzetlidir.
Onun sıfır yağlı kurabiyelerinin tutkunuyum.
Aydın, gerçek bir şarap şövalyesidir.
Kavında inanılmaz lezzetleri bulundurur.
Kavın bir diğer özelliği de müzik donanımıdır.
Bir şişe kırmızı açıp onun seçtiği CD’lerden ruh haline göre caz ya da klasikle sohbetlere dalmışızdır.
O söyleşilerimizde hep Nişantaşı ya da Taksim’de eski ve yüksek tavanlı bir binada “şarap barı açma” projesinden söz ederdi.
Taksim Sıraselviler’de 7 katlı bir bina bulmuş...
Proje hazır.
O aşamada Türkiye’nin alkollü lezzetler alanına iddialı bir giriş yapan ve başarılı bir çizgiyi sürdüren Mey grubuyla anlaşmış.
Ve işte grubun güçlü desteğiyle ve inisiyatifiyle ortaya Kayra Şarap Akademisi çıktı.
Açılış daveti gerçekten güzeldi.
Alttaki 2 katta, Aydın’ın işleteceği bar ve restoran var.
Mutfak, Four Seasons’tan şeflere emanet...
Bir üst katta şarap kütüphanesi, yıpranmış chesterfield koltuğu ile tam kitaplara gömülünecek ortam.
Denize bakan salon ise 10-12 kişilik özel yemekler için ayrılmış.
Daha üst katlardan birinde imbikleri ve diğer aygıtlarıyla şarap laboratuvarı... Şarap bilgisini derinleştirmek isteyenler için derslikler...
Mey grubunun CEO’su Galip Yorgancıoğlu nezaket gösterdi, binayı gezdirdi.
Şarap kültürüne önemli bir katkı bu.
Kutluyorum.
O geceye gelince...
Restoran ile salonlar, çiçekler ve mum ışıklarıyla hoş bir görünümdeydi.
Davetliler arasında genç ve güzel kadınların yoğunluğu sinema ödül törenlerinden aşağı değildi.
Avustralya’dan gelen iki keman virtüözü ve bir çellocudan oluşan “Maske Trio” grubu, hem müzikleri, hem güzellikleri, hem de neşeleriyle şarabın etkisindeki başları daha da döndürdüler.
İstanbul müzeleri, galerileri, barları, restoranlarıyla da çekim merkezi oluyor.
ALİ KOÇ YEŞİL SAHADA
Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Koç’u ve ağabeyi Koç Holding Başkanı Mustafa Koç’u, babaları Rahmi Koç’un kat görevlisi Kamer Kaya Fenerbahçeli yapmış.
Daha küçük yaşlarda ikisini ellerinden tutar, sabah karanlığında Fenerbahçe maçlarına götürürmüş.
O zamanlar kombine bilet yok. Yer bulmak için saatler önce gitmek gerek. Tabii acıkınca da seyyar satıcılardan ekmek içi sucuk ve ayranla karınlarını doyururlarmış.
Fenerbahçe müthiş bir çıkış yakaladı.
Bunda Aziz Yıldırım’ın istikrarlı yönetimi ve Mustafa ve Ali Koç gibi her meslekten başarılı pek çok ismin yürekten katkısı önemli etken.
Darısı Adnan Polat’ın etrafında kenetlenecek bir Galatasaray’ın başına...
ŞEFFAF ODA’nın konukları Ali Koç ve damardan FB’li, FB marşını (Sen Fenerbahçe) söyleyen Funda Arar.
Müzikli ve keyifli bir söyleşi.