Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Tangodan arabeske, Karadeniz türkülerinden klasik Türk müziğine kadar pek

çok “tarz albümü” çıkaran Şevval Sam’ın yeni albümü “Toprak Kokusu”...

Şevval bu albümünde Türkiye’nin tüm müzik renklerini sunuyor; “Çerkezce, Çeçence, Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Azerice...”

Toprak Kokusu’nda 18 şarkı var. Şevval, “Bu albümü barış içinde yaşayabildiğimizi hatırlayalım diye yaptım” diyor. “Toprak bize ait değil, biz toprağa aitiz”felsefesini benimsemiş.

Şevval Sam ile Şeffaf Oda’nın sezon finalini yapıyoruz.

“Ben Denizde Bir Gemi” ile başlıyoruz.

Haberin Devamı

Şevval’in güzelliği, sesi Boğaz’ın güzel köşesinde yer alan Portaxe manzarasıyla bütünleşince ortaya adeta bir klip çıkıyor.

Şevval programda mini bir “Türkiye harmanı” konseri veriyor.

Albümde “Yaşar Kemal”in sesi de güzel sürpriz...

BİR TOHUM EK

Toprak Kokusu’yla örtüşen bir sosyal sorumluluk projesini de ekliyoruz programa...

Tohum Otizm Vakfı’nın Bir Tohum Ek projesi...

Simgesi saksıda bir filiz...

Hedef, maddi durumları sebebiyle eğitim imkânı bulamayan otizmli çocukların eğitimi için 1 milyon TL.

TOHUM yazıp 5290’a göndererek 10 TL bağışla katkıda bulunabilirsiniz.

Milliyet

GECCE’NİN “EN İYİLERİ”

KENAN Erçetingöz’ün kurduğu Gecce “lezzet referansıdır.” Gecce’nin 2015 “yaz rehberi” çıktı.
Benim de içinde bulunduğum “jüri” en iyi restoranları seçti.
Zaten İstanbul, Bodrum ve Çeşme’nin en iyi restoranları, “beach”leri, “club”ları
ve otelleri...
Bu -referans- kitapçıkta gerek İstanbul’da gerek Bodrum ve Çeşme’de program yaparken, tatil projenizi oluştururken “Gecce” elinizin altında olsun.
Ayrıca...
İnternetten “gecce.com”a da bakabilirsiniz.
ALAÇATI’DA BİR HAFTA SONU...
BU yıl sezonu Bodrum’dan değil Alaçatı’dan açtım.
Alaçatı özgün mimarisini yansıtan taş evleri ve özgün sosyal dokusu ile -hiç acelesi olmayanların- özerk coğrafyası...
Cumbalı, rengârenk ahşap panjurlu
ve kapılı, pencerelerinden çiçekler
sarkan taş evler...
Eski Rum evlerinin yanı sıra yeni evler de o “taş konseptiyle” yapılmış.
Dokuya uyumlu.
Lokantaları büyük ağaların gölgesinde.
İnsanları genellikle göçmen.
Bosna’dan, Girit’ten, Makedonya’dan, Karadağ’dan, Arnavutluk’tan, Bulgaristan’dan göç edip Alaçatı’yı mesken edinen ve bu topraklara yürekten bağlı bir sosyal zenginlik harmanı.
Lokantalarında da Girit mezelerinden tutun Boşnak böreğine uzanan harika bir çeşitlilik...
Yöre otlarıyla inanılmaz çeşniler yaratıyorlar.
Alaçatı’nın
bir özelliği de sörf için dünyanın en uygun sularının olması.
Her yıl dünya ölçeğinde düzenlenen sörf olimpiyatlarına yerkürenin her yerinden sörf tutkunları geliyor.
“Slow City” bir kavram vardır.
“Acelesi olmayanların” bir avuçluk coğrafyası Alaçatı...
“KOÇ”YİĞİT... AL”KOÇ”LAR
ALKOÇLAR’ın Alaçatı’daki otelinde kaldık.
Küçük bir grup gazeteciydik.
Otelin önündeki deniz sanki havuz suyu...
Ender Alkoç kış boyunca kayaları tıraşlatmış, yosunları çıkartmış...
Maldiv denizi gibi bembeyaz kum ve pırıl pırıl turkuaz su...
23-24 derece.
Uzun uzun yüzdüm.
Mutfağı güzel.
SPA’sı kaliteli.
Ve...
En önemlisi Gülşah ve Ender Alkoçlar’ın ilgisi...
Gülşah, Selim Soydan ve Hülya Soydan’ın (Koçyiğit) kızı.
Onu daha 8-9 yaşından başlayarak filmlerde tanıdık.
Güler yüzlü, bembeyaz dişli güzel bir kız çocuğuydu.
Büyüdü, evlendi, anne oldu, şimdi de anneanne olmak üzere.
NEREYE GİTSEK
İSTANBUL Papermoon’un yıllardır şefi olan Pino bu yaz Alaçatı’da. “Zeo” adıyla bir beach ve restoran işletmesinde ortak. Gündüz plajı, akşamüstü 5’ten itibaren barı gençlerin ve kendini genç hissedenlerin çekim merkezi. İstanbul’dan pek çok tanıdıkla karşılaştık.
“Zeo”nun yemekleri gerçekten lezzet paleti.
ESHAB-I TAPU
GECE... Bu kez “Hacımemiş”
çeşitlemesi yaptık.
İlk gece “Tapu” restoran...
Neden Tapu?
Çünkü sahipleri o mekânı satın almışlar
ve böylece ilk kez “tapu sahibi” olmuşlar.
Eskiler bunu itibar ölçütü olarak görürler ve “eshab-ı tapu” diyerek saygı gösterirlermiş.
Bir zamanlar demokrasiye geçişte sadece “tapu sahiplerine oy kullanma hakkı verildiğini” hatırlayalım.
Mekânın yan duvarında da iri bir afiş büyüklüğünde “Tapu” fotoğrafı asılı.
Çok güzel şeyler yedik.
Muhabbetimiz de güzeldi.
HACIMEMİŞ PALAS
HACIMEMİŞ Palas adlı otele de bir paragraf.
Gülümseten bir nükte anlayışı.
Çünkü bu Palas’ın sadece 4 odası var.
Çok eski bir taş ev onarılmış. Tavanlar işlemeli ve yüksek.
Odalarda not defteri yerine birer yazı makinesi... Birer eski
model küçük ve renkli buzdolabı... 33’lük
ve 78’lik eski plakları çalan pikap...
Kar beyazı örtüleriyle geniş yatak sanki Siesta’ya çağırır gibi...
Ben Cumbalı köşe odayı sevdim.
Zaten Cumba’dan aşağıdaki “Dutlu Lokanta”nın ve meydanın fotoğrafını da sunuyorum. Yemekleri nefis olan
“Dutlu”nun adı iki dev dut ağacı
altında olmasından geliyor.
Yanında her 15 günde bir değişen resim sergilerinin bulunduğu galeri...
Bir de Palas’ın altındaki hediyelik dükkândan söz edeyim. Buradaki tişörtler organik... Yanlarında birer tüp içinde domates, turp ve diğer tohumlar da hediye veriliyor.
Bir tüp tohumdan 300 kilo domates alındığını belirteyim.
...........................
Ve son gözdem yediklerimizin hepsi yörenin ürünleri, genetiğiyle oynanmamış nefis ve taze lezzetlerdi.
Alaçatı’da
hafta sonu rüzgâr gibi geçti.