Yarım yüzyılı aşan gazetecilik yaşamımda suikastlara, ihtilallere, darbe girişimlerine, 1 Mayıs gibi katliamlara, Madımak’ta olduğu gibi insanların diri diri yakılmalarına, gazetecilerin öldürülmelerine, Başbakan ve bakan idamlarına, büyükelçiliklerin basılmasına, büyükelçi otomobillerinin yakılmasına, başbakanların yumruklanmalarına kadar kadar çok olaya tanık oldum.
Ama...
Gazetelere ve siyasi parti genel merkezlerine vandalca saldırılar için aynı şeyi söyleyemem.
Net olarak hafızam beni 1960’lı ilk yıllara götürüyor.
....................
27 Mayıs İhtilali’nden sonra DP’nin (Demokrat Parti) yerine AP (Adalet Partisi) kurulmuştu.
Kayseri Cezaevi’ndeki başta Celal Bayar olmak üzere DP’lilerin tahliye edilmesi ve siyasete dönüş hakkının verilmesi için politika yapıyordu.
Kızılay’daki genel merkez binasının önünde 10 binlerce kişi “protesto” için toplandı.
Önce sloganlar atıldı.
Sonra kalabalık hareketlendi.
Tahrik edici konuşmalardan sonra binaya girdiler.
Cam, çerçeve indirdiler, masa, yazı makinesi, telefon ne varsa kırdılar döktüler.
Üzerinde “Adalet Partisi Genel Merkezi” yazılı koskoca tabelanın kâğıt gibi yırtıldığını gördüm.
Sonradan öğrendik ki Süleyman Demirel o sırada Genel Başkan Yardımcısı’ymış.
Daha saldırı olmadan kalabalığın attığı sloganlar üzerine “Böyle bir zeminde politika yapılmaz” deyip binadan çıkmış gitmiş.
Siyasete ara vermiş.
Yıllar geçtikten sonra olay “Demirel, şapkasını alıp gitti” söylemiyle anılır oldu.
Oysa işin doğrusu “Demirel’in şapkasını unuttuğudur.”
Bunu bir sohbetimizde kendisinden dinlemiştim.
....................
Kalabalık sloganlar atarak bu kez Atatürk Bulvarı’na çıktı.
İstikamet Ankara’nın “Bab-ı Ali”si Rüzgarlı Sokak’tı.
Ankara’da yayımlanan gazetelerin merkezleri ve matbaaları Rüzgarlı’daydı.
Adalet Partisi’yle aynı çizgide yayın yapan ADALET gazetesi hedefteydi.
Aynı siyasi görüşü paylaşmasam da sevip saydığım, meslek büyüğüm rahmetli Turhan Bilgin’in sıkıntılar içinde büyük özveriyle yayımlamaya çalıştığı Adalet gazetesi de binlerce kişi tarafından basıldı, içeride çelik dolap, masa, teleks, fotoğrafçıların karanlık odası, her şey kırıldı döküldü.
Bunlar acı hatıralarımdır.
Böylesi parti genel merkezi ve gazete baskınlarına bu ölçekte bir daha tanık olmadım.
...................
Görüşlerimi paylaşmasam da “siyasi partilerin demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olduğu inancıyla” HDP Genel Merkezi’nin basılmasını, yakılıp, yıkılmasını yanlış, tehlikeli, insan haklarına ve demokrasiye aykırı bulduğumu belirtmekle kalmıyor, vurguluyorum. (HDP ve bazı CHP örgüt binalarına saldırılar da asla onaylanamaz.)
Ayrıca...
Hürriyet gazetesine iki gün arayla yapılan saldırıları, içerideki meslektaşlarımıza uygulanan terör, cam çerçeve indirilmesi de demokrasinin temel unsuru medya varlığı ve özgürlüğünde, haber alma, fikir üretme haklarında derin yara açmıştır.
.................
1960’lı ilk yılların travmasıyla bu iki saldırı içimi daha da acıttı.
Hükümetin ve siyasi parti liderlerinin “sağduyu” çağrıları bu bağlamda “olayların tekrarlanmayacağına” dair bir umuttur.