Güneri CIVAOĞLU
Şöyle bir söylem var:
"İşte, toplumsal uzlaşım... İşte, demokrasinin hoşgörüsü...
Daha düne kadar kavga eden, birbirlerine taşlarla, sopalarla saldıranlar, görüyorsunuz ki, kol kola girmişler. Omuz omuza beraberler."
Bu sözleri,
"türbanlı ve sakallı öğrencilerin birlikte eylem koymaları" bağlamında dinliyoruz.
Gerçekten...
İlk yaklaşımda kulağa hoş geliyor.
Ancak...
Ya bu görüntünün arkasında
Anayasal Sisteme karşı organize tavırların işbirliği varsa... Eylemlerde yer alan gençlerin büyük bölümü, bu azınlık uçlar tarafından kullanılıyorsa...
Böyle kuşkuların irdelenmesi gerekir.
Ayrıca...
PKK yanlılarından, farklı
başörtülerinin ve
türbanların simgelediği çeşitli
tarikatların uzantısı gençlere...
Romantik sol şiddet örgütlerine kadar, bütün kanatlar, aynı
ortak paydada toplanmşlardır.
Bu birbirinin
gözlerini oymaya hazır grupları birleştirerek, ortak eleme itmek başarısını gösteren, basireti bağlanmış
"devlet adına yönetim üslubu" da mercek altına yatırılmalıdır.
Bu eylemlerin arkasındaki
hukuk kronolojisini ve
zihniyeti, gençlik sayfamızdaki ve haberlerde
Abbas Güçlü'nün yorumunda yer almakta.
Burada hadisenin sadece özünü yansıtalım.
12 Eylül yönetimi döneminde
YÖK'ün
1982 tarihli genelgesiyle derslere başörtülü girilmesi yasaklandı.
Bu bağlamda açılan
iptal davasını, Danıştay reddetti.
Başörtüsünün yerini, bu kez
"türban" adı altında
takiyye örtünme aldı.
1987 yılında bu kez
YÖK tarafından başörtünün takiyyesi gibi görülen
türban da yasaklandı.
Onu da bir
iptal davası ve
Danıştayın red kararı izledi.
Ancak...
O günlerde de tıpkı şimdilerde olduğu gibi,
başörtüsü ve türban yasağına karşı gösteriler başlamıştı, yaygınlaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Evren, gösterilerin üzerine gidiyor, ödün verilmesini istemiyordu.
1987 başlarında
Çukurova Üniversitesi'ne giden
Evren, türbanlıların gösterileriyle karşılaşmıştı.
Oradaydım.
Türbanlı genç kızlar etrafımı sarmış,
inançları doğrultusunda giyinmek ve örtünmek özgürlüğü istediklerini söylüyorlardı.
O zamanlar, henüz aralarına
sol fraksiyonların ve
ayrılıkçı örgütlerin sızmaları gerçekleşmiş değildi.
Tarikatlar da çok pervasız değillerdi.
Onlara bu tutumlarını sürdürmenin bazı sakıncalarını yansıtmaya çalışmıştım.
Örneğin...
Tıp Fakültelerinde
türbanlı öğrenciler, çıplak erkek kadavra üzerinde çalışmıyorlardı.
Erkek hastaya dokunarak muayeneden kaçınıyorlardı.
Beni anlayışla dinlemişlerdi.
Kısacası...
Siyasi islamın daha sonra yangına dönüşecek kıvılcımları o zaman uçuşmaya başlamıştı, ama gençlerin çoğunluğu henüz
gövde gösterisi havasında değildi.
Devrin Başbakanı Özal, bu sancıları gidermek üzere bir yasa çıkardı.
Başörtüsü ve türban yasağını kaldırdı. Meseleyi mesele olmadan çözmek istemişti.
Ancak...
Yasa,
iki yıl sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edildi.
Yeni bir yasa ve yeni bir iptal daha...
O tarihten sonra bütün
yürütmeyi durdurma ve iptal istekleri reddedildi.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve
Mahkemesi de bu yoldaki başvuruları geri çevirdi.
Yani...
İç ve dış hukuk kurumları aynı çizgide buluştular.
Fakat...
Sorun, daha da büyüyerek günümüze geldi.
Bir
devlet yönetimi düşününüz ki, neredeyse her semtte kız öğrencilerin de devam ettikleri
İmam Hatip ortaokulları ve liseleri açıyor.
Daha
parmak kadar çocuklar, boylarından uzun başörtülerini taşıyarak, bileklerine kadar uzanan pardüseler altında gizlenerek yaşamaya alışıyorlar.
Sonra...
Üniversiteye gelince
"burası laik Türkiye, başını açmayan giremez" deniyor.
İsmet Paşa sağ olsaydı,
"hadi canım sende" derdi.
Böyle bir
sosyal dev dalgayı oluşturacaksınız, sonra da bunun
Anayasa'nın laiklik burçlarına vurmayacağını sanacaksınız.
Olmaz öyle şey!..
Aslında...
Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın
Ocak 1998 tarihli genelgesi...
Bu genelgenin ışığı altında
İstanbul Üniversitesi Rektörünün, sakallı ve türbanlı kimlik kartları ile fakültelere ve sınavlara girişini yasaklayan kararı, gösterilerin bahanesidir.
Başka bahaneler de olacaktı.
Çünkü...
Artık, hareket büyümüştür.
Arkasında
siyasi partileri, dernekleri, teorisi, kitapları, örgütü, finans kaynakları, dış bağlantıları...
Herşeyi vardır.
Önemli olan...
Artık,
yasal zorlamalar ve
polisiye önlemlerle, alevleri daha da yaygınlaştıracak
sert rüzgarlar estirmek değildir.
İnançlarının doğrultusunda, mütedeyyin gençleri giysileriyle
sorgulamamak, yargılamamak ve onları diğerlerinden, yani
provakasyon odaklarının etki alanından çıkartmaktır.
Türbanlı öğrenciler, eğer birileriyle kol kola girecekse, bunlar
yeraltı örgütlerinin militanları değil, okumak için üniversiteye devam eden
laik, demokrat, hoşgörülü gençler olmalıdır.
Onlar, tekkelerin ağından hoşgörüyle, sıcaklıkla kurtarılmalıdır.
Dünyanın hiçbir batı demokratik ülkesinde böyle giysi zorlamaları yoktur.
Her
yasak, bir
direnişin ve
provakasyonun çekim alanıdır.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr