Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Milliyet’teki kurban kanlarıyla kırmızı akan Boğaz suları fotoğrafı nasıl da çarpıcıydı...
Türkiye’nin en gözde vitrini böyleyse, gerisini düşünün artık...
Gerdanı kesilen, başları çevrilerek boyunları kırılan, debelenirken kanları fışkıran kurban görüntüleri dünya TV’lerine, gazetelerine gene yansıdı.
Ve...
Bu bayramda da kurbanlar “Türkiye Markası”nın altını çize çize vurguladı.
“Türkiye Markası vurgulandı” söylemini açayım.
Kısa süre önce düzenlenen “Marka Konferansı”nda, “Türkiye Markası” konulu bir panel yönettim.
Bunun için ön hazırlıklarımda daha önce yapılan çalışmaları, araştırmaları okudum.
Özellikle, Reklamcılar Derneği liderliğinde, TÜSİAD ve TOBB’un da katıldığı, 14 sivil toplum örgütünce hazırlanan “Türkiye Markası” projesi raporu (Türkiye Tanıtım Konseyi diye de biliniyor) kapsamlı ve gerçekçiydi.
Dünyada, özellikle Batı’da Türkiye “marka” olarak nedir?
Rapora göre, “Osmanlı Markası Türkiye Cumhuriyeti Markası ile çizgileri daha da koyulaşarak, derinleşerek sürüyor.”

Anne Türkler geliyor
Bu tespitin açıklaması şöyle: Batı ve özellikle Avrupa için, Osmanlı bu kıtayı işgal eden Doğulu saldırganlardı...
Avrupa’nın üçte birini ele geçirmişti.
Kanlı palalar, uçan başlar, işgal edilen topraklardan ganimetler, yıkılan medeniyetler...
Osmanlı, Avrupa’ya yüzyıllarca “dehşet ürpertileri” yaşatmıştı.
Çocukları ailelerden koparıyor, asker (yeniçeri) yapıyordu.
“Anne Türkler geliyor” söylemini hatırlayın.
Osmanlı imparatorluğu’nun ihtişamı, çağının ötesindeki hukuk ve idari sistemi, adaleti, dinlere tanıdığı özgürlükle dokunan tüm olumlu izlerinin üzerine, Avrupalının korku psikolojisi kara bir örtü gibi serilmişti.
Osmanlı “öteki” idi.
Müslüman kimliği ve kültürü, Hıristiyan Avrupa için “tehdit” algısıydı.

Türkiye Markası ve Kurban



Banyo küvetinde kurban
Atatürk’ün genç, laik, modern cumhuriyeti, Osmanlı’nın “marka” sürecine kısa bir parantez açmıştı.
Ancak...
Özellikle 1960’lı yılların sonundan itibaren Avrupa’ya “işgücü göçü” ile birlikte Osmanlı’nın “Türk” markası yeniden altı çizilerek günümüze U dönüşü yaptı.
Gene “kan” ve “dehşet” duyguları, ama bu kez başka nedenlerle...
Avrupa kentleri ve kasabalarında apartman önleri, sokaklar, ev bahçeleri alenen kesilen kurbanların kanlarıyla kırmızıya kesiyordu.
Alman, Fransız, Hollandalı, Belçikalı aileler kurban kanlarının oluşturduğu göletlere, hayvanın derisinin yüzülüşüne, tepsilerde yürek, böbrek, ciğer, kelle, bağırsak ikramlarına “gözleri dehşetten faltaşı” gibi açılarak bakıyorlardı.
Sonra bu “uluortalığa” yasaklar konuldu. Ama gazetelerde, dergilerde, TV’lerde başka kurban kesimi görüntüleriyle kimyaları bozuldu.
Apartmanların banyo küvetlerinde boğazlanmış kurbanlar... Kan içinde banyo fayansları ve emayeleri... Lavabolarda kelle, bağırsak, böbrek, ciğer ve yürek...
Tarihteki “dehşet ve kan” travması bu görüntülerle cumhuriyet döneminde de dönüş yaptı.
Türkiye’de kurban kesimi manzaraları da farklı değil.
Kurallara kulak asılmıyor, sokaklar mezbahaya dönüşüyor.
Bırakın Avrupalıyı bir yana, kendi çocuklarımıza, gerdanı kesilen, başı ters çevrilerek boynu kırılan, can çekişirken debelenen ve etrafa kan fışkırtan kurban görüntüleri izletmek nasıl da büyük yanlış.
Kutsal bayramda kurban kesmek İslam dininin gereği... Saygı duyuyoruz. Ancak bu gerek, 21. yüzyıl uygarlığı çerçevesinde yerine getirilmeli.

NAMUS-TÖRE CİNAYETLERİ
Yazının güncelliği kurban kesimleri ama bunun kadar olumsuz izler bırakan “aile içi şiddete” de işaret edeyim.
Avrupa kentlerindeki Türklerin “namus” ve “töre” cinayetleri... Kadına, evin kızına dayak... Kadını eve kapatmak...
Bunlar da “marka” olarak mürekkebi koyulaştırıyor, markayı derinleştiriyor.
Elbette Avrupa’daki yurttaşlarımızın hepsi gerek “kurban” gerek “aile içi şiddet” olumsuzlukları içinde değiller ama ne yazık ki hepimiz gibi onlar da “marka” genellemesinin kapsama alanındalar.
Çağdaş “Türkiye Markası” oluşturmak çok önemli...
Gelecekte AB ile üyelik süreci tamamlansa bile bazı Avrupa ülkelerinde son karar “halkoylamalarıyla” belirlenecek.
Gençlerin, çocukların geleceklerini karartmaktan sakınalım.
Ayrıca...
AB ve halkoylaması ötesinde, kendimize dönelim ve sorgulayalım: “Türkiye bu görüntülere layık mı?”