Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Quo Vadis Latince “nereye gidiyorsun” anlamına gelir, İncil’den bir cümledir.
Önemli bir filmin adıdır.
Artık dillerde “gidişin sorgulanması” olarak kullanılıyor.
Türkiye nereye?
Amerikalı Profesör Bernard Lewis “Türkiye en geç 10 yıl sonra İran’la yer değiştirir” demiş.
Prof. Lewis’e göre “Türkiye programlanmış bir süreçte yol alıyor.”
Ben “Türkiye’nin İran olabileceği” görüşlerine katılmıyorum.
Bunun pek çok nedenleri var.
Sadece onlardan biri bile yeter.
“İran, hiçbir zaman -laik- olmadı ki...
Oysa Türkiye 70 yılı aşkın süredir laik...”
Ancak Prof. Bernard Lewis’in Türkiye için görüşlerinin yaptığı “müthiş savrulma” düşündürücü.
Daha 10 yıl önce Prof. Lewis bakın bana ne demişti?
Ak Parti iktidarı öncesindeki Ecevit hükümeti dönemi...
Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Arap ülkeleriyle AB arasında bir ortak konferans düzenlemişti.
Çırağan Sarayı’ndaydık.
Avrupa’dan liderler oradaydı.
Bir diplomat dostum, beni Prof. Bernard Lewis ile tanıştırdı.
Ayaküstü bir sohbet...
Bernard Lewis beyaz uzun elbiseli, başları kefiyeli, ayakları terlikli Arap devlet adamlarını, diplomatlarını göstererek şöyle demişti:
“Onlara iyice bakın.
Diğer İslam ülkelerinin Türkiye düzeyine gelebilmeleri için en az 100 yıl daha geçmesi gerek.
Bunu Atatürk’e borçlusunuz.”
Önce Humeyni’nin sonraki yıllarda onun kafasındaki imamların ve mollaların yönettiği İran diğer Arap ülkelerinden farklı değil.
Evet...
Tekrarlıyorum...
“Türkiye, bir İran olamaz” görüşümde ısrarlıyım.
Ama “artık başka bir Türkiye mi?” kuşkularına da dikkat.
Prof. Lewis’in Türkiye için yargısı, 10 yılda neden ve nasıl savrulmuş?
İşte bunu düşünmeliyiz.
Prof. Lewis’in beyin kıvrımlarında izler aramak için okyanus ötesindeki Amerika’da cevap aramaya gerek yok.
TÜSİAD’ın açıkladığı son “yeni Anayasa için görüşler” metnindeki satırlar bile çok şey söylüyor.
“Tarikatlara legal siyaset kapılarını açmayı öneren” satırlar Türkiye yakın geleceği için atmosfere bırakılmış meteoroloji balonu gibidir.
Hele...
“Aralarında laiklik ilkesinin de bulunduğu Anayasa’nın değişmez hükümlerinin de olmayacağı” bir “yeni Anayasa eskizi” aynı metinde yer alıyorsa “aydın tedirginliği” doğal değil mi?

Haberin Devamı

TETİKÇİ VE TETİĞİ ÇEKTİREN
Hrant Dink’e kurşun sıkan Ogün Samast 17 yaşında bir çocuk.
Dün mahkemede söyledikleri “karanlıklardaki vampirlerin” robot resmini kelimelerle çizmekti.
“Ben değil Hrant Dink, AGOS diye bir gazete olduğundan bile habersizdim” demiş.
Bir sürü ifade verdi ama bunun doğruluğu açık.
Karadeniz’in bir ucunda günlük Türkiye gazetelerini ve dergilerini bile okumayan kulaktan dolma klişelerle şartlanmış, lümpen aidiyet duygularına yönlendirilmiş, düşünmenin tabu, itaatin kutsal sayıldığı, sığ ortamlarda birilerini düşman algılamış pek çok yaşıtından farksız.
Ona hayatında adını duymadığı bir gazetede yazan tek satırını okumadığı adama sıkmak için “tetikçilik” görevi verilmiş.
Abdi İpekçi’ye kıyan Mehmet Ali Ağca gibi o da Hrant Dink’e sıkan DNA’sı ile oynanmış terminatöre dönüştürülmüş bir alet.
Ağca’nın kanlı izleri sürüldüğünde İran’dan başlayarak Vatikan’a kadar uzanan ne “karanlıklardaki vampir kardeşlikleri” çıktığını artık biliyoruz.
Ya Ogün Samast?
Yani...
Olayın arkasındaki tek gölge Yasin Hayal mi?
Buna kargalar güler.
Gazete yazı işlerinde karşılaştığımızda Nedim Şener ayaküstü anlatırdı ama doğrusu pek kavrayamazdım.
Algıladığım tek şey Yasin’in uğursuz bir zincirde son halka olduğuydu.
Nedim “cinayetin anatomisini” ortaya koyuyordu kitaplarında.
Arı kovanına kalemini sokuyordu.
Arılardan korumak için mi yoksa hapishaneye koydular(?!)

Haberin Devamı

ÇOĞUNLUK
Ogün Samast bana “ÇOĞUNLUK” filmine çağrışım yaptırdı.
Bir sahne...
Genç kız sevgilisine bir kitap hediye ediyor.
“Baban inşaatçı. Sen de onun yanında çalışıyorsun. Sana bu mimari örnekleri kitabını aldım. Belki işine yarar.”
Oğlan kıza ters ters bakar.
Kitabı fırlatır atar. Kıza ters yapar:
“Ne bu yaaa... Biz böyle inşaatlar yapmıyoruz. Hem ben kitap mitap okumam...”
Delikanlı, üniversite kazanamamış, açıköğretimde laf ola okur gibi yapıyor.
Akşamları kendisi gibi tiplerle buluşup AVM’lere, kafelere, diskolara gidiyorlar.
Baba namazında bir inşaatçı.
Ancak tepesi attı mı basıyor tokadı, ana avrat dümdüz gidiyor.
Oğlunu seviyor ama sorumsuzluğuna öfkeli.
Anne, bu toplumun çoğunluğu gibi fedakâr, cefakâr, sadık geleneksel değerlere sahip...
Filmin senaryosunu yazan ve yönetmenliğini yapan Seren Yüce bu “ÇOĞUNLUK” adını iyi seçmiş.
Ne yazık ki çoğunluğun bu sosyal dokusu pek çok “lümpen” üretiyor.
Yeşilçam ödüllerini “ÇOĞUNLUK” adlı film “koleksiyon parçaları” gibi topladı.
Öyle milyonlarca izleyiciye koşan bir film olmadığı için 50 binin üzerinde gişe yapamayacağı görünüyordu.
Dilerim ki bu ödüllerle hak ettiğine yaklaşır.
“ÇOĞUNLUK” siyaset sosyolojisine damardan giriyor.
Böyle “talebi” olan topluma, böyle “arz.”