Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Güneri CİVAOĞLU

80'li yılların sonuydu. Merhum Turgut Özal, "Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu yaptığı gün", bu tarihi olayı izleyen gazeteciler arasındaydım.
Attığı tarihi adım nedeniyle, mutluydu...
Ama, uçmuyordu. Ayakları yere basıyordu.
"Uzun, ince bir yola girdik" demişti.
"Bu yolda zaman zaman iteleneceğimizi, dışlanacağımızı, hırpalanacağımızı ama, yılmamamız gerektiğini" söylemişti.
Lüksemburg toplantısında, Türkiye'ye zaten birkaç parmak aralık bırakılan, AB'ye tam üyelik kapısının, neredeyse kapanmış gibi olması, ayranları kabartmasın.
"AB de kim oluyor? Onlar bizi tanımıyorsa, biz onları hiç tanımayız" havalarına girmek, son derece yanlış olur.
Özal'ın "uzun, ince yol" söylemini, şu karanlık günlerde bir kutup yıldızı gibi görmeliyiz.

Türkiye, en büyük tarihi yanılgısını 1975'te yapmıştı.
Avrupa Birliği, - eski adıyla - ortak pazar, "o sıralarda cunta yönetimini sırtından atmış ve demokrasiye geçmiş bulunan Yunanistan"ı, tam üye yapmaktaydı. Türkiye'ye de tam üye olması için ısrarlı çağrılarda bulunuyordu.
Devrin iktidarı, CHP - MSP ortak hükümetinden şöyle bir olumsuz yanıt gelmişti:
"Onlar ortak, biz pazar olmayı kabul edemeyiz... Bizi sanayileşmiş Avrupa'nın bahçıvanı yapmak istiyorlar. Bahçıvanlığı kabul etmeyeceğiz..."
Bu şiirsel siyaset, nasıl da alkış toplamıştı...
Avrupa Birliği treni kalktı. Yunanistan, kompartımandaki yerini aldı. Türkiye'nin yerine de ayaklarını uzatıp oturdu.
Hala ayaklarını çekmiyor.
Ve Tanzimat'tan bu yana, Avrupalı kimlik kartını edinme yolunda ki çabalardan... Atatürk'ün dehasıyla Türkiye'ye kazandırılan laik, demokrat, Batılı Türkiye fotoğrafından, bağışlanamaz bir sapmaydı.
Dış politika merceğinden bakıldığında ise bir aymazlıktı.
Avrupa'
nın Türkiye'ye açılacak kapısının anahtarının, Yunanistan'a verilmekte olduğunu görememişiz. Bunun bizim Avrupa Birliği'nden dışlanmamız demek olacağını anlayamamışız.
İşte hala, bu aymazlığın faturasını ödüyoruz.

Lüksemburg'da neredeyse yüzümüze kapanmış gibi olan kapı, kimse için sürpriz değil.
Geçen haftaki TV söyleşimizden sezinlemiştim ki; Cem, bunu beklemekteydi. Yılmaz'ın Almanya gezisinin ise fazlasıyla cilalandığı, diplomasinin teknisyenleri tarafından biliniyordu.
Asıl kaygı duyulan şey, "Avrupa Birliği'nin, Türkiye'ye en ufak bir umut ışığı vermeden, Kıbrıs Rum Yönetimi ile adanın bütünü için, tam üyelik görüşmelerini önümüzdeki yıl başlatacak olmasıdır."
Bunu önleyecek gücümüz yok.
Buna karşın "AB - Kıbrıs arasında tam üyelik müzakereleri başlarsa, Türkiye de, KKTC ile - daha derin bütünleşme - içine gireceğini açıklamış bulunmakta. Bu karar TBMM tarafından da onaylanmıştır."
Yani Türkiye de geri adım atamaz.
O zaman ne olacak?
Avrupa Birliği bunu "Türkiye'nin kendisiyle bilek güreşi olarak görecektir"
Türkiye
ile ilişkilerini dondurabilir.
İhracatının yüzde 50'sini 400 milyonluk - zengin - Avrupa pazarına yapan Türk sanayii ve tarımı büyük darbe yer. Avrupa'daki 3 milyon dolaylarında Türk işçisi, haklarının çoğunu ortaklık anlaşmasından almaktadır. Onlar ve aileleri çok zarar görürler.
Bir zamanlar ABD'nin koyduğu silah ambargosuna benzer bazı özel ambargolar, Türkiye için uygulanabilir.
Ama...
Bunlar da akılcı olmaz.
Çünkü...
Türkiye'yi Asya'ya itmek, Avrupa ile bağlarını kopartıp İran özentilerinin ekmeğine yağ sürmek işlerine gelmez. Üstelik AB içinde Türkiye kolay vazgeçilemeyecek iyi bir pazar.
O nedenle...
Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci dondurulabilir.
Buna karşın, Gümrük Birliği anlaşması aynen devam ettirilir. İlişkiler sadece ticari düzeyde sürdürülür. Türkiye, Avrupa Birliği ile kurumsal ilişkilerinin bıçak gibi kesildiği uzunca bir dönem yaşar. Daha önce bu, cunta Yunanistan'ına da yapılmıştı.
Oysa, akılcı olan yaklaşım, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye, 12 Aralık'da - üyeliğe tam aday ülkeler - arasında onikinci fotoğraf olarak yer vermesi idi...
Görüşmelere Kıbrıs ile beraber Türkiye'nin de başlamasını sağlamaktı...
Ama...
Kıbrıs'ın üyeliğinin kabulü daha erken olabilirdi, Türkiye'nin tam üyeliği uzun yıllara yayılabilirdi.
Böylece hem Kıbrıs sorunu çözülmüş olacaktı...
Hem de Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir kriz başlamazdı.
Bu umut hala, çok az da olsa var.

Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr