Pazar kahvesi
Demokrasinin ikinci sınıf ülkeleri için “Banana Republic (muz cumhuriyeti)” deyimi kullanılır.
İLK?ÇİÇEK
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ydü. Belleğimde bir anı...
İstanbul’da yatılı okuyordum.
Sömestr tatilinde Ankara’ya ailemin yanına gittim.
Ankara yaşamında tiyatro galaları çok önemliydi.
O dönemlerde en yakın arkadaşım olan Ömür Sevin’le birlikte tiyatroya gittik.
Sahnede harikulade güzel “çok çok genç” bir kız vardı.
Hayran oldum.
Öğrenci harçlığımı Ömür’ün katkısıyla da denkleştirip o genç kıza çiçek yollamıştım.
Aradan yıllar geçti.
O “çok çok genç kız” çok çok ünlü bir sanatçı oldu.
Dost meclislerinde karşılaşıyor, konuşuyorduk.
Ona bu “ilk çiçek” anımı anlatmıştım.
O da “Benim de aldığım ilk çiçekti” yanıtını vermişti.
Herhalde çiçeği gönderen beni değil, olayı...
Bilmem hâlâ hatırlıyor mu?
Adı; Ayten Gökçer.
KENAN’IN İKİNCİ DOĞUM GÜNÜ
Ele avuca sığmaz o neşeli Kenan Doğulu, 30 yaşına bastığı gün ikinci kez doğmuş. Kendini “Neler yapıyorum ben?.. Aslında ne yapmalıyım?..” diye sorgulayarak yeni bir yaşama başlamış.
Artık sağlığına özen gösteren, felsefeye, kuantum fiziğine ilgi duyan, yoga yapan, klasik müzik konserlerine yeniden gitmeye başlayan, kendine zaman ayıran, tiyatro dersleri almayı gündemine taşıyan, içkiye uzun süre elini sürmeyen ve sonradan çok azaltan eskisinden hayli farklı bir Kenan Doğulu oluşturmuş.
Kenan, 5 yaşında konservatuvarı birincilikle kazanmış.
Piyano, gitar ve flüt çalıyor.
Müzik eğitiminin yanı sıra Amerika’da iletişim dalında yükseköğrenim görmüş.
Baba Yurdaer Doğulu, Ozan’a ve Kenan’a ayağı yere basan bir eğitim yol haritası çizmiş.
Yani... İkisinin de başarılarının arkasında sağlam bir teori var.
Kenan, âşık olmayı seviyor ama aslında aşka âşık bir romantik.
İyi bir işadamı.
Los Angeles ve İstanbul’da müzik, ses, ışık ve görüntü alanlarında şirketleri var.
Kardeşi ve en yakın çalışma arkadaşı bu şirketlerde ortağı.
Bugün ŞEFFAF ODA’da Kenan Doğulu ile hoş söyleşimizi izleyebilirsiniz.
SERUM ŞİŞESİNDEN DAMARA VOTKA
Sinemalarda Recep İvedik fırtınası esiyor. Kime sorsanız “görmedik” cevabı hazır. Peki 3 haftada 3,5 milyon bilet alan kimler?
Ben gittim. Ve... Birçok tanıdığa da rastladım. “Recep İvedik seyretmek sosyoekonomik durumu ya da entelektüel statüyü bozar” havalarında olup da yakalanmış gibiydiler.
Aynı salonda zaman zaman gözlerimiz yaşarana kadar güldük.
Gözlemlerim ve izlenimim şöyle...
Bugün ticari amaçla yapılmış, senaryosu da magandalığın kutsal kitabı olabilir.
O geğirtiler, arkadan gaz çıkararak bira şişesini yerinden oynatma gösterileri, kol saati denen el hareketleri, hele damarına serum verilirken, serum şişesine votka koymak ve daha neler...
Ama aslında müthiş bir sosyolojik ayna...
Her gün sokakta tükürenden saksıya işeyene, asansöre ağır ter kokusu bırakanlara, geğirenlere, gaz koyverenlere, otobüs-uçak terminallerinde ayakkabılarını çıkarıp etrafa buram buram ayak kokusu yayanlara, bilet kuyruklarına kafadan dalanlara, kaba el şakalarına, kadınların da bulunduğu yollarda birbirine galiz küfürler ve şakalar yapanlara ve daha nicelerine ışık tutuyor.
Hem de nostaljik bir maganda türü değil. Arada İngilizce paralıyor, parmak arası terlik, bermuda şort giyiyor, denize tüple dalıyor.
Özü, “Nasıl uygar adam olunur?” sorusuna “Recep İvedik filmine git. Onun yaptıklarını yapmadan yaşa” cevabı galiba yeterlidir.
Şahan Gökbakar, herhalde iyi para kazandı ama aslında yaşam dersi de veriyor filmi...
Buna “neyin olmaması gerektiğini anlamak için, nelerin olmayacağını görmek” yöntemi de denebilir.