TV ekranlarında “yüzlerce can alan, domuz bağlarıyla insanları toprağa gömenlerin, kadın hakları savunucusu türbanlı hanımı öldürenlerin, mafya babalarının” hapishanelerden tahliye ediliş görüntüleri “hayret” ve “dehşet” verici...
Onların 10 yıl tutuklu kaldıktan sonra salıverilmiş olmalarına tepki dalgaları yükseliyor. 10 yıl kısa görünüyor.
Ama...
2-3 yıldır tutuklu olan gazeteciler Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve onlar gibi olan diğer tutukluların hapishanede kalmaları ise uzun görünmekte.
Uzun tutukluluk sürelerine karşı oluyoruz.
Garip bir çelişki olarak algılanabilir bu çifte standart...
Aslında, sadece tutukluluk süresiyle değerlendirme, yüzeyseldir.
Toplum vicdanının “çifte standardı” değil, sürecin derinlerindeki yanlışlıklar dizisi ile hukukun çatallaşması yaşanmakta.
Net ve sade olmaya çalışarak anlatayım.
Yapan siz, yorulan biz
Türkiye yargısının darboğazı “hâkim ve savcı” eksikliğidir.
Daha 3-4 bin dolaylarında hâkim ve savcıya ihtiyaç var.
Mahkemeler öylesine çok dosyaya boğulmuş durumdalar ki duruşmalarda ortalama 6 ay sonrasına gün veriliyor.
Haliyle davaların sonuca bağlanması için yıllar geçiyor.
Tutuklular da o yıllar boyunca içeride kalıyorlar.
Bir de bunun “Yargıtay” aşaması var.
Yüksek Yargı hâkimleri de burunlarına kadar dosyalara batmışlar.
Dosyalar, Yargıtay dairelerinde de yıllarca bekletiliyor.
Şu son tahliyelere kadar davaları kesin sonuca ulaşmamış, 10 yılı aşkın süredir içeride yatan tutuklular vardı.
“Geciken adalet, adalet değildir” söylemi sanki Türkiye için değil.
Oysa...
“Yargı reformu yapmış olmak” ve “önce insan” eksenli politika üretmek iddiasını vurgulayan AKP bu temel “insan kaynağı” sorununu çözebilirdi.
8 yılı aşkın süredir iktidardaydı.
3-4 bin hâkim ve yüksek mahkeme üyeleriyle adalete doping yapabilirdi.
Bu yapılsaydı, problemin tabanında dar boğazlar aşılmış olurdu.
Sonra piramidin 2. katmanı olması gereken “istinaf mahkemeleri” hâlâ oluşturulamadı.
Mahkemelerle Yargıtay arasındaki 2. katman çok önemlidir.
Yargıtay’a gidecek dosyaların bir kısmını “istinaf mahkemeleri” sonuca bağlar.
Yargı piramidinde 2. kat boş kaldığı için tüm dosyalar Yargıtay’a sel suları gibi akıyor.
Şu son tahliye dosyalarının 4’te 3’ünün Yargıtay’da sıra beklediği yolunda Adalet Bakanı Ergin’in söylemini bir kenara yazınız.
Doğru...
Peki, Yargıtay’ın yükünü azaltacak “istinaf mahkemeleri” 8 yıldır iktidarda olan AKP tarafından neden oluşturulamadı?
Bu sorunun daha önceki Adalet bakanlarının yanı sıra bir adresi de bugünkü Adalet Bakanı’dır.
Ayrıca HSYK dairelerinin ve üyelerinin sayıları arttırılırken aynı şey neden Yargıtay için yapılmamıştır?
Yani...
İpten kazıktan kurtulanların şatafatlı karşılamalarla tahliye oluşlarının temel nedeni budur.
10 yıl süren dava olmaz
Kamu vicdanı buna isyan ediyor.
Eğer yargıda insan kaynakları yani yeterli sayıda hâkim, savcı ve yüksek mahkeme üyesi boşluğu doldurulsaydı bir yandan 10 yıl tutuklu kaldıkları halde tahliye edilenlere tepki dalgaları yükselmezdi, ipten kazıktan kurtulmuş olanlar aramızda dolaşırken hâlâ içeride 2-3 yıldır tutuklu kalan gazetecilere ve onların durumunda olanlar için bu süreyi uzun bulmayacaktık.
Çünkü, AB ülkelerinde olduğu gibi mahkeme ve yüksek yargı kararları 1 ya da en çok 2 yılda kesinleşmiş olacaktı.
Müebbetle yargılananlar bu cezalarıyla hapis yaşamını daha yıllarca sürdüreceklerdi.
2-3 yıllık tutuklamayı bile “uzun süre” olarak gördüklerimiz ise belki “beraat” ederek serbest kalacaklardı.
10 yıldır süren ve karara bağlanmayan dava AB ülkelerinde düşünülemez bile.
SEDAT ERGİN: “ATLADIK...”
Hürriyet’te Sedat Ergin şu son tahliyelerin dayandığı TBMM sürecini anlatıyor.
Tahliye sürelerini düzenleyen hükme sıra geldiğinde, AKP’li 7 milletvekili tarafından Meclis Başkanlığı’na bir değişiklik önergesi veriliyor.
“Terör ve devlete karşı suçlarda tutukluluk süresinin 2 katına çıkarılabileceğini” öngören tek maddelik bir değişiklik önergesi...
Dönemin AKP Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin (şimdiki Adalet Bakanı) önerge sahiplerinin gerekçelerini açıklamasını istiyor.
3-5 satırlık bir açıklama yapılıyor.
Bu kez dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e görüş soruluyor.
Çiçek “katılıyoruz” cevabını veriyor.
Başkan oylamaya sunuyor.
“Kabul edenler...
Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.”
İşte “çetrefil yazılmış, farklı farklı yorumlara açık bırakılmış” diye eleştirilen “tahliye süreleri” ile ilgili madde hukukumuza böyle ansızın ve de hiç dikkat çekmeden “giriş yapmış” oluyor.
Tüm medya bu fay kırılmaları yaratacak maddeyi atlamış.
Sedat Ergin de “o zaman Hürriyet’in Ankara Temsilcisi olduğu için ben de atlamışım” diye kendine -cömertçe- sorumluluk çıkartıyor.
Keşke asıl sorumlular da bu duyarlılığı gösterebilseler.