Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı




3 Kasım seçimleri öncesi Deniz Baykal'ın sabah yürüyüşleri grubunda şöyle bir konuşma geçer: "-Sabah yürüyüşlerimizi ne zaman artık Çankaya Köşkü bahçesinde yapacağız?"
"- Sayın Genel Başkanımızı önce başbakan yapalım, sonra da cumhurbaşkanı olur."
" - Cumhurbaşkanı seçilmek için önce başbakan olmak şart değil."
Bu konuşma aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra, şu günlerde bazı cumhurbaşkanlığı senaryolarından söz edilirken yeniden konuşuluyor.
Evet...
Kemal Derviş'in ve İsmail Cem'in 2007'de cumhurbaşkanlığına olası adaylığı siyaset senaryolarının yanı sıra artık aynı yakıştırma Baykal için de yapılmakta.

CHP kurultayı bağlamında Deniz Baykal için dinlediğim "Çankaya senaryosu"nu yansıtıyorum.
2007 yılında yeni cumhurbaşkanını bu Meclis seçecek. AKP milletvekillerinin kesin çoğunluğu nedeniyle R. T. Erdoğan'ın "sonuç almaya en yakın aday olduğu" apaçık ortadaki gerçek. Kağıt üzerinde "Meclis aritmetiği" böyle düşündürtüyor.
Erdoğan'ın askerle, yüksek yargıyla, medyayla ilişkilerini ılımlı tutması bu gerekçeye de bağlanmakta.
Cumhurbaşkanı seçilmek için oy hesaplarının yanı sıra, duyarlı ve etkin kurumların da yeşil ışığı gerek.

Ancak...
Şöyle bir yorum da var: Meclis Başkanı AKP'li.
Başbakan AKP'li.
Cumhurbaşkanı da AKP'li olursa üçte bir oyla Türkiye yönetiminin tamamı AKP'ye geçmiş olur. Hele, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde 40 milyon seçmenin 10 milyonunun sandığa gitmediği dikkate alınırsa, AKP oylarının "seçmenin sadece yüzde 25'ini temsil ettiği" gibi bir sonuca ulaşılır... Yüzde 25 oyla cumhurbaşkanı, başbakanı, Meclis başkanıyla tüm Türkiye'nin siyasal yönetimi ve güçleri AKP'ye sunulmuş olur.
Türkiye bunu kabul eder mi?
Demokrasinin bir oylama mekanizması olduğu düşünülürse, olmayacak şey değil.
Ancak...
Demokrasinin bir dengeler ve uzlaşma rejimi olduğu kabul edilirse, oy sayısının tek başına yeterli olmayacağı da bir diğer bakış açısıdır.
İşte burada yazının başındaki "Deniz Baykal ve Çankaya Köşkü" senaryoları devreye giriyor.
Deniz Baykal'ın seçimlerden bu yana bir yıldır izlediği - fazla - ılımlı çizgiyi böyle yorumlayanlar da var.
Bir yürüyüşün anıları da "acaba" dedirtmekte.

Parlamento dışından gelmiş olması, siyasi deneyime yeterince sahip bulunmaması nedenleriyle Cumhurbaşkanı Sezer, zaman zaman eleştirildi.
Anayasa'yı fırlatmayla başlayan krizlerde siyaset dışı dünyadan gelmenin izleri sorgulandı. Türkiye'de siyasal tavırlar daha çok "tepkiler" ile biçimlendiği için, bu kez parlamenter bir cumhurbaşkanı seçimi için eğilim ağır basmakta. Baykal'ın böyle bir avantajı var.
Öte yandan...
Baykal, 3 Kasım seçimlerinden bu yana, zaman zaman hayret verecek kadar ılımlı bir kişilik sergiliyor. Aynalardaki hırçın şövalyenin yerine uzlaşmacı, kavgadan uzak, AKP ile ilişkilerinde bazen abartılmış hoşgörülü bir Baykal izliyoruz.
Acaba...
"Meclis aritmetiğindeki AKP oylarına dönük cumhurbaşkanı adaylığı çizgisinin gereği mi?" sorusu uç vermeye başladı. Tabii şu aşamada bir fantezi gibi görünmekte.
Bununla beraber, büsbütün olanak dışı da sayılmaz.
Baykal'ın kendi doğasına bile uymayan son bir yıllık uzlaşmacı profili, en önemli sorunlarda bile yükselmeyen sesi bu tür yakıştırmalara neden olabiliyor.
Elbette "Baykal'ın böyle bir niyeti vardır" demiyorum.
Fakat...
CHP muhalefetindeki önlenemeyen hafiflik işte böyle yorumlara kadar uzanmakta.
Demokrasi elbette kavga değil ama muhalefetin neredeyse "yok" gibi görünmesi de değil.
Bugün toplanacak "renksiz" CHP kurultayı için bu konuşmalar daha çekici göründü.
Baykal'a dokundurmak, vurmak moda.
Fakat Baykal'ın karşısında ciddi bir aday olmak, ciddi aday bulmak neden moda olmuyor?
Bu da Baykal'ın artısı değil mi?