17 Ağustos 1999...Büyük depremden sadece birkaç saat önce
Sezen Aksu, Açıkhava Tiyatrosu sahnesinde,
"Kalbim Ege'de Kaldı"yı söylüyor.
İzleyiciler arasında
Façyo Restoran'ın eski sahibinin oğlu ve şimdi
Yunanistan'da çok izlenen özel
Mega TV'nin sahibi
Hristo Elmacıoğlu da var.
Yanında oturan
Most Production'ın sahibi
Mustafa Oğuz ile
"daha ne kadar bekleyeceğiz. Yapalım şu işi artık" diyorlar.
"Ege'nin iki kıyısında, yaralara yakamoz basılacaktır."Yunanistan'ın bir numaralı sesi
Alexiou'nın ve
Sezen'in karşılıklı konserler vereceği müzik projesi hayata geçirilecektir.
Amaç; mavi
Ege'nin iki yakasındaki insanları müzikle birbirlerine yaklaştırmak.
Hristo "tamam" der.
"Döner dönmez TV'de bu projeyi en kısa zamanda hayata geçirmek için arkadaşlarla toplanacağım." Aradan birkaç saat geçer.
Marmara, 7.4 şiddeti ile sarsılır.
Büyük deprem felaketine koşanlar arasında
Yunan yardım ekipleri de vardır.
Yunan kamuoyu, depreme büyük duyarlılık içindedir.
Eksilerden artı üretimi gerçekleşir.
Bu acılı ortamda, daha yeni ve farklı acıların yaşanmaması için iki toplumu yaklaştıracak projelerden biri olarak,
Sezen ve
Alexiou'nın
İstanbul ve
Atina'da ortak konserler vermeleri için gaza basılır.
Ortak dil müzik
İnsanlığın ortak dilleri vardır.
Konuşmayı gerektirmez.
Örneğin
müzik ve
aşk.
Önceki pazar gecesi
Lütfi Kırdar Salonu'nu dolduranlar, bu ortak dili bir dostluk ilahisi gibi dinlediler.
Hatta...
Zaman zaman
Sezen'e
Türkçe, Alexiou'ya
Rumca nakaratlarla katıldılar.
Yunanlı bestecilerin
"Kendini Yak" ve
"Oh Niro" şarkılarını
Sezen ve
Alexiou, Rumca söylüyorlardı.
"Tutuklu" ve
"Semazen"i ise
Türkçe...
Bütün salon elektriklenmiş gibiydi.
Pek çok kez yeniden sahneye çağrıldılar.
Alkışlar bitmek bilmiyordu.
Sanki Ege'nin iki yakasındaki halklar üzerinde sihirli bir değnek gezinmişti.
Sezen ve Alexiou, müziğin büyüsü ile insanlık ilahilerinin söylendiği toplu bir ibadetin dişi gurularıydılar.
Kötü politikaların, ilkel ve ırkçı politikacıların, yıllar hatta yüzyıllar boyunca serptikleri zehirli tohumlar, bu güzel rüzgarla savrulmuş gitmişti.
Çilek ve Çikolata
En İyi Yabancı Film Oscarı ve bir dizi uluslararası ödül alan
Çilek ve Çikolata, İstanbul'da oynadı.
Yönetmen
Tomas Gutierrez Alea, Küba lideri Fidel Castro'nun en iyi arkadaşlarından biri...
Onlar için
"son komünistler" denebilir.
Yüzyılın siyaset dinini hala savunan son havarilerden.
Komünizmin su damlası temizliği ve saflığı inancını, bu filmindeki kahramanlarına da yansıtmış.
Ama...
Son tahlilde, yürekler arasındaki iletişimi, tüm ideolojilerin üzerine çıkarmış.
Lütfi Kırdar Salonu ile
Alcazar Sineması arasında iki sanat gösterisi birbirini doğrular gibiydi.
Havar
Alcazar'ın arka kapısı,
Beyoğlu'nun ara sokaklarına açılır.
Filmin çekim alanından henüz çıkamamıştık ki, bir başka duygusal mekanda bulduk kendimizi.
Adı
Havar.Dışarıya sızan bir bağlama sesi ve genç kızın türküsü...
Girdik.
Bir delikanlının çaldığı davul... Mikrofon önünde, bağlama çalan ve türkü söyleyen bir genç kız.
Leblebi eşliğinde, çay bardağında rakılar içtik.
Söyleştik.
Türkülere katıldık.
Duvarlarda devrimci sanatçıların posterleri...
Müzik yapan gençler,
İTÜ Konservatuvarı'ndan.
Çoğu
Tuncelili.Kürt kökenli diyebileceğimiz bizim insanlarımız.
Geceleri bu ülkenin kültür mozaiğini yansıtan müzik yapılır, halay çekilirmiş.
İnsanlar, omuz omuza, sımsıcak.
Lütfi Kırdar'da
Sezen Aksu ve
Alexiou'yu bir araya getiren büyüyü, kendi insanlarımızın her dilden müziğine ve sanatçılarına da yansıtsak, belki pek çok sorunu aşabiliriz.
Salı günü
Sezen, Atina'da söyleyecek.
O konseri, bir de bu mercekle izleyelim.
Zaten bu satırlar da,
AGİT'in insani değerleri harmanlayan atmosferinde yazıldı.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr