Böyle bir yelkenli tekne Atlantik’i saatte ortalama 100 km hızla geçebiliyor. İSTANBUL Europa Race start almadan bir gece önce dünyanın sayılı yelkencileriyle yemekteydim.
Onlar yılda en az bir kez Atlantik Okyanusu’nu yelkenle geçiyor.
Çoğu, dünya turu yarışlarına da katılıyor.
Masamızdaki Sebastian Audigane, dünya yelkenle sürat rekoruna sahip.
Atlantik’i saatte ortalama 100 km hızla geçmiş.
Ortalamanın 100 km olması için rüzgârın kesildiği süreçler olduğu dikkate alınırsa, zaman zaman saatte 100 km’yi hayli aşan hız yapmış olması gerekir.
Uzun boylu, dirhem yağsız çelik tel gibi bir adam.
Onlarla sohbet keyifli.
Denizcilik çok para kazandırıyor mu?
Gülüyorlar.
“Futbolcu, tenisçi, boksör gibi kazanmıyoruz. Birincilik ödülü 150 bin euro olan yarışların yanı sıra sponsor firmalardan aldığımız 15-20 bin euro aylık...”
Ama...
Bu kadar paraya karşılık gerçekten katlanılması zor bir yaşam tarzı...
Tek başlarına yelkenle çıktıkları yarışlarda 3 ay denizdeler. Dalgalarla boğuşuyorlar.
Vücudun biyolojik ritmi
İLK 2-3 gün dışında taze meyve sebze yok. Hepsi dondurulmuş.
Bol vitamin alıyorlar.
Vücutlarının biyolojik ritmini bozmamak için içki içmiyorlar.
Dalgalar biraz yumuşadığında dümeni otomatik pilota bağlayıp birkaç saat uyuyorlar.
Hastalansalar, teknede arıza olsa, bir yardım gelmesi bazen günler sürebilir.
Atlantik’in ortasında helikopterlerle izlenecek değiller ya...
Örneğin...
Masamızdaki Bel Tchiz ekibinden Kito de Pavant’ın son Atlantik geçme yarışının daha 2. gününde yelken direği kırılmış. O haliyle Atlantik’i bazen motor çalıştırarak ama asıl küçük fırtına yelkenini basarak gene de aşabilmiş.
Evli, 5 çocuğu var.
Bir de aldığı riske bakın...
Ama onların hepsi tuzlu suyun ve rüzgârın âşıkları...
Ekibin başındaki Kito de Pavant, adı ve soyadı arasındaki “de”nin de gösterdiği gibi mavi kanlı denen asil aileden geliyormuş.
Büyük büyük büyük dedesi Fransa Kralı IV. Henry’nin şaraplarını seçermiş.
Elbette bu çok onur verici ve özel bir görev.
Kralın şarap kavını yönetmek ne demek...
Takıldım...
“Benim de büyük büyük büyük dedem de Muhteşem Süleyman’ın rakılarını seçermiş...”
Kahkahayı patlattı.
Denizkızlarıyla aşk NELERE gülmüyorlar ki... Sözgelişi...
Ekibiyle birlikte gümüş madalya almak için sahneye çıktı. Arkadaşlarını tanıtırken her biri için espriler yapıyordu...
Fakat bunlar, belki de Bakan masası nedeniyle tercümeyi yapan tarafından sansürleniyordu.
Örneğin...
Teknede her işi yükledikleri arkadaşı için “bu da bizim ekibin deniz hayvanı” diyordu.
“Taze sebze-meyve yok... İçki yok... Ya denizde aylar kadınsız nasıl geçiyor?”
Cevap:
“Denizkızları var ya...”
Sonra devam ediyor:
“Onlar kesmese ilk limandakilere hücum...”
Yarışa katılan bütün tekneler, göründüklerinden hayli pahalı.
Tekneler genellikle yelkenli yarışlarında iddialı Yeni Zelanda’da inşa ediliyor.
Karbon gövdeleri, çelikten sert ve dayanıklı, alüminyumdan hafif.
Gene de içine ağırlık yapmaması için vazgeçilmez olanların dışında hiçbir şey konulmuyor.
Su şişeleri ağır basar diye her teknenin deniz suyundan tatlı su üreten küçük ve hafif özel aygıtları var.
Yani...
İçtikleri su da tatsız bir şey...
Her ekibin özel yelken tasarımcıları var.
Rüzgâra ve özellikle bulunulan coğrafyadaki hava yoğunluğuna göre yelken değiştiriyorlar.
İSTANBUL, ‘ROMANTİK SEKSİ’İSTANBUL Avrupa yarışı için start alan ünlü yelkenciler İstanbul’a gerçekten hayranlar.
“3 imparatorluğun başkenti” gibi klasik yorumu sollayan şu ilginç söylemi ilk kez duydum:
“Asya ve Avrupa’nın dudak dudağa geldiği aşk yatağı gibi romantik seksi...”
Bu organizasyon Türkiye için iyi bir tanıtım etkinliği...
Dünya medyası sadece İstanbul’daki deparı vermekle kalmıyor, elbette İstanbul ve Türkiye için yayınlar da yapıyor.
Güzergâhta tekneler önce Nice’te, sonra Barselona’da birkaç gün kalacaklar.
O kentlerden ve varış kenti olan Brest’ten, dünyaya bu İstanbul-Avrupa yelken yarışının haberleri, görüntüleri ve yorumları yayımlanacak.
Bu kriz döneminde sponsorlar bulup organizasyonu yapmayı başaran Cumali Varer’i tebrik etmek gerek.
Bu etkinliğe Tanıtma Fonu’ndan kaynak ayıran Devlet Bakanlığı’nı da...
MARKALAR ve MARKA KADINLARMODA ve tasarım coğrafyasının “referans” ismi Siren Ertan Çarmıklı’yla yan yana defile izlemek farklı...
Aya İrini klasik konserlerini de zaman zaman Evin İlyasoğlu ile izlerim.
Dinlemekte olduğumuz eserin ardındaki öyküleri anlatımıyla notalar adeta 3G’leşir, görüntü kazanır.
Müzik dünyası nasıl da renklidir.
Hem yorum güzel, hem yorumlayan güzel, hem de güzel kadın sesi...
Evin İlyasoğlu ve Siren Ertan Çarmıklı’dan yana şansım gidiyor.
Defileye dönelim...
“İstanbul Moda Günleri” etkinliğine gitmek istiyordum.
Türkiye’de tekstil önce iplik üretimiyle başlamıştı, kumaş üretenlere iplik satıyorduk.
Sonra kumaş ürettik.
Bu da kaliteliydi ama konfeksiyonun artı değeri daha yüksekti. Türkiye konfeksiyona geçti ama genellikle dışarıdaki ünlü markalara fason üretim yapılıyordu. Oysa “marka” olmak gerek.
Bu da uluslararası düzeyde tasarım için zorluyor.
Bahar Korçan işte böyle iddialı tasarımcılarımızdan biri. Korçan’ın defilesini bu nedenle tercih ettim.
Gerçekten başarılı.
Paletinde güzel renkler var.
Yılın “gri çılgınlığı” akımından kobalt mavisine, sarıya, kırmızıya, batiğe uzanan renkler, günün 24 saatine yayılan “görmek ve görülmek (to sea and to be seen)” keyfi veren tasarımlar...
Mankenler arasında gene Tuğçe Kazaz eşitler arasında birinci konumundaydı.
Nur Gümüşdoğrayan da Siren Ertan Çarmıklı’nın beğendiklerinden...
Siren Ertan Çarmıklı, “haute couture” kulvarından...
Yaz ayları düğün ayları...
Gelinlik ve düğünlere gideceklerin giysileri için yoğun bir yaz geçirmiş.
Siren Ertan Çarmıklı’nın hissettiğim kadarıyla başarısında kendi fiziğine güveninin de katkısı var.
Bilinçaltında bir negatif dürtü yaşamaksızın kadına güzel, seçkin ve farklı olacağı ve onun da kendini öyle hissedeceği tasarımlar üretiyor.
Bizim moda uzmanımız sevgili Melis Alphan ne düşünür bilemiyorum ama Siren Ertan Çarmıklı’nın açık renkli sade giysisi altındaki parlak ve fuşya pabuçları bence hoştu. Hareket katmıştı.Tuğçe Kazaz eşitler arasında birinci...