Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Fethiye Körfezi'nde Orhan'ın yeri bir "saklı" cennettir.
"O cennette bir yemek yedim, hayatım değişti" dedi arkadaşım.
Hayatının değiştiği yemekte beraberdik.
Geride kalan yaz bir hafta sonuydu...
Sadece 3 masa vardı.
Balık, roka ve enfes mezeler...
Mehmet Kemal'in deyimiyle "keyifli bir öğlen rakılaması" yapıyorduk.
Arkamızdaki masada bir İtalyan çift vardı.
Birkaç kadehten sonra masalar arası laflamalar da başladı.
Venedik'ten gelmişler. 10 gündür Göçek ve Fethiye Koyları'nda doğayla sevişiyorlarmış.
Kadın uzunca boylu, ravioli dolgunuydu. Mavi gözleri "güzel" bakıyordu.
Arada bir hafifçe şarkılar mırıldanıyordu.
Seslendim:
"Biraz daha yüksek sesle söyleyin. Bizler de dinleyelim."
Gülümsedi. Sordu:
"Neyi istersiniz?"
Sevdiğim bir İtalyanca şarkıdan dizeyi mırıldandım:
"Tu sei per me la piu bella del mondo." (Benim için dünyanın en güzelisiniz) Bir kahkaha attı.
"Teşekkür ederim. Bugün sizin için söyleyeceğim" dedi.
Ayağa kalktı. Masalar arasında sahne adımlarıyla sekerek yürürken istediğim şarkıyla başladı. Sonra operadan seçmelere geçti.
Kristal gibi bir ses.
Bir hamakta şekerleme yapan Mustafa Oğuz doğrulmuş soran gözlerle bakıyordu.
Az sonra rakı kadehiyle o da aramızdaydı.
Açık Hava Tiyatrosu konserleri için yeni bir ses keşfetmiş gibiydi.

Bu kez önümüzdeki kalabalık masadan Ankara'dan arkadaşlarım Erkut Duru ile Taner Demir seslendiler:
"Bizim masada Viyana Senfoni Orkestrası Yönetim Kurulu Başkanı Rudolf Streicher var. Eşi ve kızı da burada...
Onlar da Viyana Operası'nda söylüyorlar."
Bu kez Streicher ve eşi Gilde ile kızı Dagmar Mozart'tan başlayarak, "sahil konserini" sürdürdüler.
Ardından Streicher ve İtalyan hanım birbirlerine sarılarak düet yapmaya başladılar:
Don Giovanni...

Bu rastlantılara bir sürpriz ses daha eklenmez mi?
Bahçenin diplerindeki masada rakı içmekte olan 3 genç adamdan biri ayağa kalkmış ışıl ışıl bir soprano sesle Don Giovanni'yi söyleyen ikiliye eşlik ediyordu.
Herkes hayrette.
Bir erkek bu soprano sesi nasıl çıkartabiliyordu?
Sordum: "Yoksa, sesinizin bozulmaması için Castrato filminde olduğu gibi sizi castrer (hadım) mi ettiler?"
Arkadaşları açıkladılar:
"İsrail'in en büyük komediyenidir. İşittiği her sesi inanılmaz güzellikle taklit edebilir. Bu söylediği müziğin de zaten sözlerini bilmiyor. Sesi taklit ediyor. Kelimeleri ise uyduruyor."
Sefasımız akşam karanlığına kadar sürdü.
Ertesi gün Mustafa Oğuz telefon etti. O güzelim saatleri konuştuk. Sonunda "sana bir de haber vereceğim" dedi.
Verdi...
"Soprana sesi çıkaran gençle bu sabah buluşmak için sözleşmiştik. Biraz önce aradım. Cep telefonuna arkadaşı çıktı. Sabaha karşı kalp krizi geçirmiş...
Ölmüş."
28
yaşındaymış. Kalbi taş gibi sağlanmış. Fazla yiyip içmemiş, güneşte kalmamış, onu üzen hiçbir şey de yokmuş.
Sadece ölmüş.
Arkadaşım "bir yemek yedim, hayatım değişti" söyleminde içten. Ona yaşamın her anı artık bir duygu şöleni.

Bedri Baykam'ı yeni doğmuş bir tay gibi incecik bacakları üzerinde doğrulmaya çalıştığı "harika çocuk" döneminden tanırım.
O bizlerin ancak böyle acı deneyimlerle içselleştirdiğimiz yaşam felsefesini DNA'sında taşır.
Yaşamının saniyesini ıskalamaz.
Bedri için "damarlarında amfetamin akıyormuşcasına yazıyor, resim üretiyor, sergi açıyor, siyaset yapıyor, dergi çıkarıyor, tenis oynuyor, konuşuyor ve flört ediyor" derler.
Kendisi ise "ben kültür gerillasıyım" tanımını yapmakta.
Bedri'yle geçen hafta "Dişi Entrikalar" sergisindeydim.
Bu sergiyi gezenler onun videosunu izleyenler de belki "bir sergiye gittim, hayatım değişti" diyebilirler.