Güneri CIVAOĞLU
Türban gösterileri yatıştıktan sonra, şimdi serinkanlı bir değerlendirme yapalım.
Pakistanlı İslam alimi Fazlurrahman'ın
Türkiye için şu satırları ilginçtir:
"Türkler'in batı kültürü üzerinde yakın, sistemli ve uzun tecrübeleri vardır.
.........
Bu ülkede İslam - yeniden keşfedilirken - İslam Rönesansı'nın zengin ve anlamlı olacağını ümidedebiliriz.
Çünkü...
Köklü sorunlarla saklambaç oynamayıp, sorunları hakkıyla karşılamak için gerekli cesaret, Türkler'in ulusal karakterinde vardır.
Muhammed İkbal'in de ümit ettiği gibi, Türkiye'nin bir kez daha yeni ve semereli bir İslam Rönesansı'nın öncüsü olduğunu kanıtlama olasılığı büyüktür."
Bu satırlar
14 Haziran 1977'de yazılmıştı.
Fazlurrahman, İslam'ın çağdaş yaşama göre yorumlanması görüşünün en saygın isimlerinden biridir.
Türkiye için
İslam'ı çağdaş yoruma ve uygulamaya kavuşturma beklentisi önemlidir.
Ancak...
Laik Türkiye'nin uzun bir modernleşme sürecinin imbiğinde damıtarak bu sonucu sağlayabileceği kanısındadır.
Fazlurrahman'a göre:
"Hiçbir kutsal metin, anlama ve yorumlama süzgecinden geçmeden hayata tatbik edilemez.
Anlama ve yorumlama ise statik olmayan devamlı değişen bir psiko - sosyal, hatta ekonomi çerçevesi içinde gelişir.
İslam, değişimin ve gelişimin altında ezilmeye değil, bu sürecin doğurduğu problemleri çözmeye dayalı bir inanç sistemidir."
Örneğin, Kur'an da yer alan
"iki kadının tanıklığının bir erkeğe eşit sayılması...
Kadının mirasta erkeğin yarısı kadar pay alması...
Erkeğe dört evlilik..."
Bunlar şimdi, yani günümüz anlayışına göre,
geri görünüyorsa da, o dönem için ileri adımlardı.
Erkek lehine olan eşitsizliğe konulan ilk sınırlardı.
Kadına yeni haklar getiriyordu.
Tanıklığı kabul edilmeyen, mirasta hakkı olmayan kadın bir hak sahibi oluyordu.
4 karıdan biri olmak, bir bölük kadın arasında yer almaktan çok daha ileri bir adımdı.
Kur'an, köleliği de caiz görüyordu.
O günün toplumsal koşullarında köleler için en fazla
"onlara iyi davranılmasını ve azad edilmesini" öğütlüyordu.
Eğer...
Kutsal ayetleri günümüze kadar değişen ve gelişen sosyal, psikolojik ve ekonomik koşullara göre yorumlamazsak, kadınların tanıklığını reddetmek, erkeğin yarısı kadar miras alabileceğini kabul etmek, köleliği de savunmak zorunda kalabiliriz.
Bugün, Türkiye'de en kökten dinciler dahi bu eşitsizliği, insan haklarına aykırı köleliği savunabilirler mi?
İşte...
Laiklik de böyle bir sürecin sonunda varılan noktadır.
Bunu, Türkiye gerçekleştirmiştir.
Önemli olan, bir aşama daha yapabilmektir.
O da...
Laikliğin, bir başka din, dinsizlik ya da İslam karşıtı olmadığını anlatabilmektir.
Dinin yenilenmesini ve laiklikle kucaklaşmasını sadece yasalarda değil, vicdanlarda ve gönüllerde de gerçekleştirmektir.
Burada en fazla özen gösterilmesi gereken noktalardan biri, söylemdir.
"Reform" deyimi alerji yaratıyor.
Bunun yerine
"yenileşme" ya da
"yenilikçilik" deyimi kullanılabilir.
"Cedid" yani
"yenilik", Osmanlı döneminde de kullanılan bir deyimdi.
İslam'da yenilenmeyi, irticayla mücadeleden ayırmalıyız.
Atatürkçü, laik Türkiye için elbette Anayasa ve yasalar uygulanacaktır.
Ancak...
Yasa maddelerinin yanı sıra, İslam'ın yenileşme süreci, felsefe, bilimsel araştırma ve gerçeklerin anlatılması da çok önemlidir.
Toplumsal barışın korunması ve çağdaşlığın yakalanmasında, çıtanın yükseltilmesi böyle mümkün olur.
Fazlurrahman'a göre,
"Avrupa medeniyeti, 14.yüzyılda Osmanlı'nın devreye girmesiyle oluşum sürecine geçti.
Bir çeşit korunmaydı.
Ezilmemek için rönesans ve reforma geçti.
Türkiye laisizmi, bir bakıma Atatürk'ün öncülüğünde Hıristiyan Batı'nın işgaline, zulmüne, parçalama çabalarına karşı tepkidir."
İşte...
Şimdi, Türkiye gene batıdan da dışlanmamak ve çağdaşlığı yakalamak için laikliğin bir adım ötesi olan İslam'da yenileşmeyi gerçekleştirmek durumundadır.
Şansı, tutucuların temelsiz simgelere kilitlenmiş olmasıdır.
Eski bir Nakşi olan İsmet Zeki Eyüboğlu yazıyor:
"Peygamberin ve ilk dört halifenin sarığı, cübbesi devrin kadınlarının çarşafı yoktu.
Sarık, çarşaf, cübbe, küllah denen başlık gibi giysiler de Zerdüştlük'ten alınmıştır.
Arap dilinde sarık anlamını içeren bir sözcük bile yoktur.
Türklerle din işlerini yöneten Şaman görevlileri sarık giyerlerdi.
Türban ise Hint kökenlidir." (sf/187)
Günlerdir, başörtü üzerine gösteriler yapılıyor.
Keşke bu gençlere polis copunun ötesinde, bu gerçekler anlatılsa...
Onlar rencide edilmese...
Kazanılsalar.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr