FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın “kanserim” söylemini okuyunca içim sızladı.
“Böbreğinde ve beyninde kanser oluşumu saptandığı, vücudunun iflas ettiği” gerekçesiyle “tutuksuz yargılama” istemiş.
İnsanoğlu Ay’a gidebildi ama hâlâ kanseri yenemedi.
Bu menhus hastalık hâlâ çaresiz...
Hem böbrek hem beyin kanseri, suikast tabancasından iki mermi isabet alınmış demektir.
Üstelik...
Bu bela, olduğu yerde de kalmıyor.
Vücudun diğer organlarına da sıçrayarak tüm bedeni zehirliyor.
Aziz Yıldırım’a yürekten sağlık diliyorum.
İnşallah saptamalar doğru çıkmaz.
Ama...
Ya gerçekten böbreğinde ve beyninde kanserli dokular oluşmuşsa!
Böyle ağır bir hastalık geçirmekte olan zanlıyı hapiste tutmak -elbette Yargı’nın takdirine saygılı olmakla beraber- hukukun ve tıbbın temel ilkeleri gözetilerek bir kez daha irdelenmeli.
“Yaşam hakkı” insan haklarının en kutsal olanıdır.
Değil hapishanenin hepimizin bildiği koşullarında tutmak, böyle bir vaka ciddi hastanelerde “sıradan hasta” olarak kabul edilmez. Özel bölüme kaldırılarak izlenir ve tedaviye alınır.
Kaldı ki Yıldırım’ın ileri şeker, kalp ve damar hastalıkları da var.
Psikolojik durumunun tansiyonunu yükseltmek ve diğer hastalıklarını tetiklemek riski çok net. Altını çiziyorum “takdir ve karar Yargı’nındır.”
Ancak...
Bütün bunları “suçlama kanıtlarını ve dosyalarındaki diğer iddiaları” bilmeden yazıyorum.
Gene de “hukukçu” kimliğimle bu süreç kafamı zorluyor, insan olarak da -tekrarlıyorum- yüreğimi sızlatıyor.
“Galatasaray Divan üyeliği” gibi hayatımızı renklendiren kulüp tutkularımız, olay “insanlık değerleri ve hakları” sınırlarına dayandığında çok gerilerde kalır.
Kaldı ki henüz mahkeme hükmüne bağlanmamış “şike” yapılmışsa bile Fenerbahçe -hakkını teslim edelim- özellikle ligin ikinci yarısında iyi top oynadı.
İKİNCİ DALGA
SABAH “şike skandalında ikinci dalga” haberleri ile başladı.
Gene “hayret” dedik.
Aralarında “merhabamız” olanlar için üzüldük.
Federasyon başkanı değişiminin bundan kısa süre önce gerçekleşmesinden tutunuz da diğer bazı işaretler arasındaki “süreç bağlarını” kurabildik.
Örneğin...
“Türkiye’nin 10 milyonlarca taraftarları olan büyük kulüp yöneticilerine, hocalarına, bazı futbolcularına uzanan bu operasyonun seçim sonrası yapılmış olması...”
Tabii bu bir iddia değil.
Sadece yorum.
Hiçbir iktidar partisi 10 milyonlarca oyla “Rus ruleti” oynamaz.
Öte yandan gene -gelecek seçimler için- 10 milyonlarca potansiyel oy riskini göze almış olmak da iktidar partisi adına önemli ve cesur tavırdır.
20-30 yıldır bilinen bu bataklığın kurutulması kararlılığı, tabuların üzerine gidilmesi toplumda olumlu yankılar yapmakta.
Bazı uygulama yöntemlerinde ve “tutukluluğun infaza dönüşmesi” sakıncalarında ihtiyat notunu düşmekle beraber Balyoz ve bağlantılı davalar süreci, Borsa operasyonu ve Deniz Feneri’nin -nihayet- vicdan yangınlarını serinletmeye dönüşümü ile birlikte “şike” gözaltı dalgaları “arınma” umutlarını yükseltiyor.
MAKULÜ NORMALDE ARAMAK
GAZETECİLİĞE “profesyonel” olarak Metin Toker’in ünlü AKİS dergisinde başlamıştım.
O yıllarda AKİS hâlâ ağırlıklıydı, siyaset ana akımının kılavuz gemisiydi.
Metin Toker de onun kaptan köşkündeydi.
Toker’den çok şey öğrendim.
Bunlardan biri de “makulü normalde aramak” söylemidir.
“Makul” bir çözümü hiç olmadık zeminlerde bulmaya çalışmak “ zaman kaybıdır.”
Sorunu daha da karıştırır, içinden çıkılması zor hale getirir.
CHP’li milletvekillerinin “yemin krizi” bunun örneği.
“Makul” nedir?
Yasama hizmeti vermek için seçilmiş olan “tutuklu milletvekillerinin” de diğer seçilmişlerle birlikte Meclis’te görev yapmalarıdır.
“3 CHP’li, 1 MHP’li ve 5 BDP’li tutuklu seçilmişin tahliye edilmeleridir.”
Bunun örneği de yaşanmıştır.
Buraya kadar yanlış yok.
Ancak...
“Makul”, bir süredir “normalde” aranmadı ve o nedenle sonuç alınamadı.
Yemin etmemek ve sürecin dışında kalmak sadece “pasif” direniştir.
Sonuç üretmez.
Üretemediği görüldü.
Şimdi...
CHP’li milletvekilleri yemin ederek, fiili katkıda bulunma imkânını kazanarak artık “normalde” arayışın “üretim” zeminindedir.
İktidar partisiyle bu konuda bir protokol imzalanmış olması -metin kimilerinde tatmin edici bulunmasa bile- umut vericidir.
Şöyle veya böyle “seçilmiş tutuklular” için, onları Meclis’e getirecek bir formül üretilecektir.
“Makul” olan budur.
Aksi halde ısrar AK Parti’yi “normalin” dışına çıkarır.
Şimdi sadece BDP krizi kaldı.
Aynı yöntem BDP’ye de uygulanmalı.
BDP de, “istekleri” için “normalin” Meclis’e gelip yemin ederek isteklerine kanal açmak olduğunu görebilmeli.
Yoksa...
Diyarbakır’da ikinci bir Meclis oluşturmak gibi “normal dışı” zemin seçeneklerinin “çözüm” değil, “sorun” üreteceği açıktır.
Siyaset “olabilecekleri” oluşturma ve yönetme sanatıdır.
“Hayalleri” demiyorum ama sonu karanlık “maceralara” atılmak değil.
Başbakan Erdoğan’ın da denetiminden geçmiş AK Parti- CHP Ortak Bildirisi’ndeki “tüm partiler” ve “......... özgürlükleri genişletici bir anlayışla yorumlanması ve uygulanması gerektiğine inanıyoruz” ifadeleri BDP’yi de kapsayan işarettir.