Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Yırtmaçlı hicap ile ilk kez Tahran'da tanışmıştım. Otelimizin lobisinde, az ilerimizdeki masada iri kara gözlü, yüzü ve dudakları Charlize Theron'un dolgunluğunda, uzunca boylu, incecik bir genç kadındı. Bacak bacak üstüne atmıştı.
Üzerindeki siyah hicap yırtmaçlıydı. Zaman zaman kayıyordu.
Sakın altından "harikulade bir çift bacak görünüyordu" diye yazıyı sürdüreceğimi sanmayın.
Altında... Güzelliğine - görmeden bile - emin olduğum bir çift bacağı saklayan siyah saten "dar" pantolon görünüyordu.
Böyle bile çekiciydi.

Turgut Özal'ın İran gezisini izleyen gazeteciler ile Humeyni'den sonra adını değiştirerek bir tür resmi konukevi haline gelen eski Tahran Hilton Oteli'ndeydik.
Çevremizdeki masalarda, böyle hoş kadın grupları vardı.
Tekerlekli sandalyelerini öfkeyle bir ileri bir geri - Irak Savaşı'nın - süren gazi delikanlıları, aramızda gidip geliyordu.
Bizi protesto eder gibi bir eylem hali...
Nedenini sordum, İran'da iş alan bir müteahhitlik şirketinin mühendisleri izah ettiler:
"İran, Batı dünyasına kapalı.
Batı'dan turist gelmez... Sadece zaman zaman birkaç işadamı ya da gazeteci... Onlar, bu otelde kalırlar. Devrimden önce Şah'lık zamanında Fransa'da, İngiltere'de, Amerika'da, Kanada'da, İtalya'da eğitim yapmış olan İranlı genç kadınlar, küçük gruplar halinde burada, o birkaç Batılıyı, görsel malzeme gibi çaktırmadan seyrederler.
Nostalji işte!
Fazla kalırlarsa mimlenirler."

Gerçekten derin yırtmaçlı hicabın sahibi olan o genç kadın ile bakışlarımız zaman zaman kesişiyordu.
Ve olabileceklerin en kötüsü...
Tepeden bakan hallerinden ve kaba saba vücut dillerinden devrim muhafızı yani din zaptiyeleri oldukları hemen anlaşılan gölge siyah sakallı maço üç genç adam, kadınların yanına geldiler. Biraz konuştular.
Genç kadın ve arkadaşları, onlara kimlik kartlarını gösterdiler. Din zaptiyeleri de, kimlik kartlarını iyice incelediler, iade ettiler. Sonra, terbiyesizce el hareketleriyle "hadi - hadi" dercesine grubu masadan kaldırıp gönderdiler.
Diğer masalara yöneldiler.
Masamdaki mühendis arkadaşlar, derin bir "oh" çektiler.
"Neyse... Kızlar ucuz atlatmış oldular. Mimlenmediler, ceza almadan uzaklaştırıldılar. İtibarlı bir aileden olmalılar" dediler. Sordum:
Cezası ne olabilirdi ki?
Söylemin rüzgarı suratımda patladı.
"Kırbaç... Sonrası daha da ağır..." İçim cız etmişti.

Son yıllarda reformist gençler, o karanlık dönemden, hicabın yırtmacı gibi bir perde aralığı açtılar.
Ama...
Hicabın yırtmacı altından nasıl - gene - siyahlık çıkmışsa, reformistlerle aralanır gibi olan perdenin arkası da hala karanlık.
CNN Türk'te, son seçimler bağlamında, İran'dan insan manzaralarını yansıtan bir röportaj dizisi yayımlandı. Usta bir Fransız gazetecisinin 2004 İranı'nın sosyal MR'ını yansıtan röportajlarında ifadesiydi bu, kara hicap içinde aydınlık yüzlü genç bir kadın, net Fransızcasıyla "Neşesiz yaşanmaz, sorunlar neşeden güç alınarak çözülür. Bu ülkede ise hava öyle ağır ki... Neşelenmek olası değil" diyordu.
Bir başka görüntü... Gazeteci, beyaz manto içinde, başı örtülü kadınla konuşuyor. Açık renk giyenlere pek iyi gözle bakılmazmış İran'da. Kadın belki de bu beyazı karartmak için olacak, iyi bir İngilizceyle "devrimden memnun olduğunu" söylüyordu. Hatta, söylediğine kendisinin de inanmadığını hissettiren bir sesle "özgürüz" bile diyordu.
Gazeteci ona şu dini söylemi tekrarladı.
"Sabahın çiğ taneleri,
İbadetteki itiraflar gibi"
İran'da, doğruların, açık röportajlarda değil, sadece, ibadette, Allah'la baş başayken söylenebildiğinin sarkastik ifadesiydi bu.
Kendilerini Allah'ın seçtiğini iddia eden mollalar, halkın seçtiklerinin üzerindeyse, ülkede demokrasi, özgürlük, mutluluk olur mu?