Sahil oylarının neden “HAYIR” haritası çizdiği için AKP araştırma yapıyor.
Cevap: “Zihniyet hemşehriliği...”
“Telif hakkı” Yılmaz Özdil’de olan bu iki kelime Prof. Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” gibi damardan...
Yılmaz bunu “TV programımda” telaffuz etti.
Beynime nakşettim.
İlk kez siyaset vitrinine çıkan bu iki kelimelik başlığın altı da dolu.
Yılmaz İzmirlidir.
Gazeteciliğe İzmir’de başlamış, henüz 24 yaşında Yeni Asır’ın genel yayın yönetmeni olmuştur.
Gazete, onun yönetiminde tiraj ivmeleri yapmıştır.
İzmir’in ve Ege’nin nabzı parmaklarının ucundadır.
Yaşamın şarkısı
Ege’de “zihniyet hemşehriliği” nedir?
Müellifinden dinledim, izlenimlerimle harmanlayarak yansıtıyorum:
İzmir’de 81 ilden gelmiş olanlar yaşar.
Ege’nin diğer illeri ve ilçelerinde de öyle...
O halde “köken” ölçütüyle analiz yapmak yanlış sonuca götürür.
Ege’de “yaşam felsefesi” paylaşılır.
Başka illerden, ilçelerden gelenler de bu Egeli felsefesinden harmanlanır, demlenir.
Ege’nin simgesi olan İzmir için “CHP’lidir” diye hüküm vermek yanlıştır.
İzmir daha önce Demokrat Parti’ye de oy veriyordu, AP’ye de oy verdi.
AP’li Belediye Başkanı Osman Kibar unutulur mu?
“Asfalt Osman” efsane gibiydi.
Başta İzmir olmak üzere Ege insanını bu gerçekler arasında okumak gerek.
Bakın...
Ege’nin “Zihniyet hemşehriliği” sahillerden iç bölgelere sıçramalar yapmakta.
İşte Denizli, işte Aydın...
“Zihniyet hemşehriliğini” okuyabilen oylarını, okuyamayan havasını alır.
Sonuç...
Coğrafyaya takılıp kalmak yanlış.
Asıl olan “zihniyet hemşehriliği” kodlarını çözebilmek.
HAYIR’ları, sadece “korku” ve “kaygı” nedenleriyle izah etmeye çalışmak, dar açıya sıkışmak olur.
Asıl neden “zihniyet örtüşmesi” olabilir.
Yani...
Yaşamın şarkısı farklı...
Ayrıca...
EVET’ler de var.
Onlara da Ege’nin kokusu sinmiş olmalı.
Ege faunası, Ege florası bir başkadır.
Söz gelişi eğer Sezen Aksu bir duruş ortaya koymuşsa bu Ege’nin “zihniyet hemşehriliğinden” kopuş olmaz.
Ege zihniyetiyle “ying/yang” figürleri gibi “ergonom” bir iç içeliktir.
Sezen’in tercihini eleştirmek başka, duvardan “Sezen Aksu” levhasını koparan kafa yapısı bir başkadır.
TROÇKİ’NİN ISTAKOZLARI
Dostum Bülent Korman’dan aldığım “akşamıma ışık düşüren” zarif bir notu paylaşıyorum...
Mizah ustası Yılmaz Özdil’den yukarıdaki satırlar sonrası iyi gider.
‘Nicedir niyetleniyorum ama bir türlü olmadı; okuduğum andan beri hep sana iletmek istediğim küçük bir anekdot var, nihayet bugün yazacağım sana. Hepimizin sinirlerini gene lastik gibi gerdikleri şu günlerde sana küçük bir “teneffüs” olabilirse, sevinirim.
Bu yaz Troçki’yle ilgili epey kitap okudum. Özellikle yaşamıyla, bizim Büyükada’da geçirdiği sürgün yıllarıyla ve Meksika’da öldürülüşüyle ilgili bulabildiklerimi.
İçlerinde en ilginç olanı, daha henüz yirmi yaşında bir genç-adam iken, ona sekreterlik, çevirmenlik ve silahlı muhafızlık yapmak üzere, gönüllü olarak Büyükada’ya gelen bir Fransız Troçkist militanın 70’li yıllarda Harvard’da basılmış anı-kitabı oldu: Kitabın adı, “Prinkipo’dan Coyoacan’a Troçki’yle Sürgünde”.
Adamın adı ise Jean Van Heijenoort. Sıradışı bir isim oluşu seni yanıltmasın, gerçekten bir Fransız. Büyük ihtilalciyle birlikte aralıksız tam 7 yıl yaşamış, ömrünün ilerleyen yıllarında da dünyaca ünlü bir matematik profesörü olmuş. 1912 doğumlu olduğuna göre, büyük ihtimalle artık aramızda değildir.
Troçki, biliyorsun, adada yaşadığı yıllarda, sabahları daha gün doğmadan kıçtan takma motorlu küçük bir sandalla denize açılarak balık tutmayı neredeyse ara vermeden, büyük bir tutkuyla sürdürmüş. Bazen ta Yalova açıklarına sürüklendiği bile olmuş.
Bu merakıyla ilgili çok sayıda hikâye anlatılır, muhtemelen sen de bilirsin. Ama ‘ıstakoz’la ilgili olan bir serüveni ben ilk kez o sözünü ettiğim kitapta okudum.
Troçki, sadık ‘çırağı’ Jean’ın da yanında olduğu bir sabah seferinden, yardımcısı Rum balıkçı Haralombos’un bir gün önce -muhtemelen Hayırsızada kıyılarına- bıraktığı sepetleri gece doldurmuş tam 30 ıstakozla geri dönmüş.
Troçki bundan büyük bir mutluluk duymuş. Ve küçük ‘klan’ıyla birlikte sığındığı, şimdi harap durumdaki köşkün yemek salonu olarak kullanılan geniş odasında, yerdeki eskimiş rabıta tahtalarının üzerine o ‘ganimet’ otuz ıstakozu yan yana dizdirmiş. Evet, gururla! O emsalsiz deniz nimetlerini kaç günde yediklerini bilemiyorum. Bildiğim, kendilerine çok gelenleri Troçki adanın hastanesine gönderirmiş.
Sevgili Güneri, Bab-ı Ali’de bir grup gazetecinin gözü, biraz da, senin “ıstakozlara yarış yaptırdığın” gibi şehir efsanelerinin onları karınlarından dürtmesiyle yaşam gustosu çıtasını yükseltme hevesine çevrilmiştir, tevazu göstermen gereksiz olur, çünkü bunu herkes bilir!
Ama görüyorsun, çok da böbürlenmemelisin, çünkü senden büyük de Troçki var! ‘
Teşekkürler Bülent.
Istakoz entelektüelliğinde bile olsa Troçki’yle birlikte anılmak hoş oldu.