İsrail’de üç ana istihbarat-casusluk ve karşı-casusluk kuruluşu var:
MOSSAD: Başbakanlığa bağlı ana istihbarat birimi; AMAN: İsrail silahlı kuvvetlerinin yedi bölümden oluşan istihbarat dairesi; ŞİN BET: İbranice adının baş harfleriyle anılan karşı-terörizm dairesi.
Lübnan’daki çağrı cihazı ve telsiz-telefon yoluyla yapılan kitle suikastının ayrıntıları belli oldukça, birçok kaynakta Hizbullah’ın gücüne, yapılanmasına ve kendi güvenliğine ilişkin kuşkulu analizler, yorumlar çıktı. Ben de bu sütunlarda, Hizbullah’ın nasıl olup da Macaristan’dan içi bomba döşeli haberleşme cihazlarını alıp, hem kendi militanlarına hem de sivil halka ulaştırılmasına aracı olduğunu anlamanın güçlüğünü ifade ettim.
O Hizbullah ki, 2013 yılından bu hafta başına kadar Lübnan’dan İsrail’e 18 binden fazla (bir kaynağa göre 26 bin) roket attı ve toplam 33 İsraillinin ölümüne sebep oldu. O Hizbullah ki, son bir yılda 17 yöneticisinin yanı sıra geçen Cuma günü de kurucusu ve lideri Hasan Nasrallah
Ulusal haber alma örgütümüz (MİT) yurt içinde ve dışında bir çok operasyonlar yapıyor; ama belleğimizde bunlardan ikisi var ki, harekete katılan elemanların isimleri ve resimleri bir takım siyasetçiler eliyle ve medya kanalıyla kamuoyuna açıklanmıştı. İsrail’in Hizbullah’a karşı giriştiği çağrı cihazı-telsiz telefon yoluyla kitle suikastının ayrıntıları ortaya çıktıkça, insan elinde olmadan kendi ülkesiyle karşılaştırmalar yapıyor. İsrail’de iktidara muhalif siyasetçi yok mu? İsrail’de bu siyasetçilerin hükumetin gizli operasyonlarına ilişkin ele geçireceği bilgileri yayınlamaya hazır gazeteci-televizyoncu yok mu? Peki nasıl oluyor da bizde--haydi sadece Türkiye’de olduğu izlenimini vermeyelim; ABD’de, İngiltere’de, hatta Rusya’da--bu operasyonların elemanları adlarıyla, sanlarıyla ve fotoğrafları ile (hele birisi operasyon sırasında yapılan video kayıtlarıyla) açıklanabiliyor da, İsrail’e gelince bu bilgiler hiç ama hiç açıklanmadığı gibi, iktidarıyla, koalisyonuyla, muhalefetiyle bu girişimlerin
İsrail bir terör devletidir; bütün İsrailliler terörist değildir ama devletleri, hükumetleri, bakanlıkları tümüyle terör aletidir.
Terör devleti, şiddeti (yani askeriyle, polisiyle, silahlarıyla, diplomatlarıyla, bilim insanları ile teknisyenleri ile bütün devlet aygıtını) meşru ve hukuki olmayan amaçlar için başka ulusları (veya kendi ülkesindeki halkın bir bölümünü) korkutmak amacıyla kullanır. İsrail, yıllar önce Macaristan’da bir çağrı cihazı fabrikası kurmuş ve bu firmayı Lübnan’a çağrı cihazı ithal etmek isteyenlerle buluşturmuş; yani devletin her bir mensubu bu toplu sivil suikastı hazırlığına ortak olmuş.
Sonra bir düğmeye basmak suretiyle (bu projenin kod adı da “Düğme” imiş!) Lübnan’da iki ayrı saldırıda üç binden fazla insanın eli kolu, ayağı koptu; yüzü parçalandı, gözleri kör oldu. 97 kişi öldü. Ölü sayısı artıyor. Bunların 4’ü çocuk, 8’i sağlık çalışanı. Yani hiçbiri Hizbullah militanı değil.
Şimdi bu konuyu
Siyonizm ve yeni muhafazakarlar kadar olmasa bile ABD’nin İsrail’e kayıtsız şartsız desteğinin, yılda en az 12 milyar dolar para ve silah yardımının devamı için, siyasal ve moral desteğin kaynaklarından bir diğeri de Amerikalı Protestan kiliselerinin bir bölümüdür. Bu bölüme “Evanjelistler” (Evanjelikler) deniyor.
Siyonizm, dünyaya yayılmış ve Avrupa’da sürekli dışlanan, haklarında aşağılayan hikayeler, söylemler ve küçük düşürücü sıfatlar icadından bıkan Musevilerin, kadim ana vatanlarına, Tevrat’a göre “Vaat edilmiş topraklara” dönmeleri için bir projenin adıydı.
Ama bu, zamanla bir ideoloji hatta Musevi inanışının bir rüknü haline geldi. Bilirsiniz, Hristiyanların “İncil” dedikleri kitap, aslında birinci bölümünde asırlar boyu tahrif edilmiş Tevrat’ın (Eski Ahit), ikinci bölümünde de Hz. İsa’nın çağdaşı 4 havarisinin yazdığı mektuplar ve bu tarihten 300 yıl sonra Romalı rahiplerin geliştirdiği yeni bir anlayışla kaleme aldıkları eklerin (Yeni Ahit)
Hani, Gezi Olayları sırasında ağaçların korunması için çaba gösterir görünümü sunan bir kişinin itiraf niteliğinde bir sosyal medya paylaşımı vardı: “Mesele ağaç değil, sen hala anlamadın mı?”
Aynen o hesap: Mesele hiçbir zaman Gazze veya Batı ya da Doğu Kudüs olmadı; mesele baştan beri Filistin’i İsrailleştirmekti. Yine aynı şey; zannediliyor ki, 90 küsur rehine bırakılırsa, İsrail askerleri Gazze’de soykırımına son verirler ve bölgeye yeniden nisbi bir sessizlik gelir.
Bunu anlaması gerekenlerin başında, Türkiye’nin bulunduğu Arap ve İslam örgütleri toplantılarına katılmamakta direnen Suriye diktatörü Beşar Esat geliyor. Alakası ne, diyeceksiniz. Bu alakanın cevabını, şu anda ABD’de, kayıtsız-şartsız İsrail desteğinin devamı için Siyonist lobilerden daha etkin çalışan iki grupta bulabiliriz. Çünkü Siyonistler ne kadar reklam sevseler de nihai amacı hiçbir zaman itiraf etmiyorlar; ama Amerikalı Yeni Muhafazakarlar ve Hristiyan Evanjelistler her şeyi açık açık söylüyorlar; yazıyorlar.
Ameri
İsrail’in ünlü gazetesi Haaretz’in son derece cesur, hak bilir, vicdan sahibi bir yazarı var: Gideon Levy. Daha önce bu sütunlarda ben ve birçok yayında başkaları, bu İsrailli yazarın Filistin meselesine ilişkin, İsrail hükumeti ve silahlı kuvvetlerini kınayan yazılarından örnekler verdik. Levy’nin geçtiğimiz Pazar günü “İsrail Zalimlik, Şiddet ve Kayıtsızlık Çukuruna Düştü. Şu Halimize Bir Bakın” başlıklı yazısı, yine yazan-çizen ve okuyan herkese alınması gereken derslerle dolu. İmkan olsa, yazıyı aynen alırdım buraya.
Hatırlarsanız, geçen hafta Cuma günü, İsrail, Cenin Mülteci kampının “Güvenli Bölge” ilan edilmiş bir kesimine hava saldırısı düzenlemiş ve 8 masum sivil şehit olmuştu. Levy, bu kişilerden 5’inin cenazesinin İsrail askerlerince kaçırıldığını ve “öldürülen teröristler” olarak ilan edildiğini yazıyor. Levy, kamptaki Filistinlilerden tanıdığı birini arıyor ve kamptaki durumu soruyor. Şu kişi şöyle diyor Levy’ye:
“Durumumuz 2002’deki
İsrail’in elinde 2 bine yakın nükleer silah olmasaydı, ne Türkiye’de ne İran’da ne de bir başka bölge ülkesinde, kitle imha silahı edinmeyi savunan kimse olmazdı. ABD ile Avrupa Birliği, (dünyanın 5. en büyük silah satıcısı) İsrail’e her yıl 12 milyar dolara yakın nakit yardım yapmasaydı ve ortaklarının çıkarını çiğneyerek yardım-yatırım bütçelerini İsrail’e tahsis etmeseydi, ne Türkiye ne de diğer bölge ülkeleri, BRICS bünyesinde yeni açılım imkanları aramazlardı. ABD ile AB, İsrail’in Filistinlere karşı soykırımına varan, işgal ve imha operasyonlarına açıkça siyasal ve askeri destek sağlamaya devam etmeseydi, Türkiye ve yakın zamana kadar hepsi ABD yanlısı 8 ülke, Şanghay İş birliği Örgütü’nde yeni oluşumlar aramazdı.
ABD’nin ile AB’nin İsrail sevdasının, teröre karşı birlikte mücadele, sözüm-ona “haydut devletler” ile başa çıkma ve Orta Doğu’ya demokrasi getirme çabasında (!) bir yararını gördüklerini söylemek
Gazze ve Batı Şeria’daki insanlık dramı o kadar ağır ki, İsrail’in başka köşelerinde devam eden acılara eğilme imkanı olmuyor. Ama hemen hemen İsrail’in tamamında Hamas’ın aldığı rehinelerin aileleri, yakınları, arkadaşları, ölenleri için de kalanları için de gözyaşı dökülüyor. Hamas 7 Ekim’de 251 Musevi ve yabancıyı esir alarak Gazze’ye götürmüştü. Bunlardan 4’ü geri gönderildi; 8’i İsrail tarafından kurtarıldı; 105’i ise 4 ayrı esir değişiminde serbest kaldı. Hamas’a göre İsrail baskınlarında, İsrail’e göre Hamas tarafından infaz edilen 37 rehinenin cesetleri ailelerine ulaştı. Şu anda 97 rehine hala Hamas’ın elinde ve sağ.
İnsanları böyle listeler halinde, sayılar olarak ifade ettiğinizde okuyanın, dinleyenin bir şey hissetmesi hemen hemen imkansız. Ama Hamas, hafta başında, sonuna kadar getirilen bir ateşkes ve esir değişiminde, son dakikada Netanyahu’nun anlaşmayı reddetmesi üzerine, 6 kişiyi infaz ederken çekilmiş videoları açıkladı. Videolar, ailelerine ulaştıktan sonra