Hamdi Türkmen

Hamdi Türkmen

hamdi-turkmen@hotmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Düzen bozuldu.
Siyaset çarşısı karışık.
Ben rahatım.
Gazeteye geliyorum.
Kahvemi içiyorum.
Fal sitelerinden günlük falıma bakıyorum.
Bilgisayarda biraz oyun oynuyorum.
Medya dedikodusu yazan sitelere girip biraz vakit geçiriyorum.
Odama aniden giren birisi olursa, oynadığım oyunu hemen minimize edip, ekranın altına alıyorum.
Sonra da sağ elimin avuç içiyle çenemi sıvazlayarak, memleketin derdine derman arıyormuş da, bulamadığı için çok bunalmış adam rolünü oynayıp, derin bir iç geçirdikten sonra;
- İngiltere’de olsaydık işimiz kolaydı diyorum.
- Efendim?
- İngiltere’de ya da ABD’de olsaydık diyorum, işimiz daha kolaydı. Oralarda bizdeki gibi katı, esnetilmesi mümkün olmayan, yeni çıkan problemler karşısında çaresiz kalan anayasalar yok.
Daha esnek, daha pragmatik hatta bir kısmı yazılı olmayan, gelenek haline gelmiş kurallar var.
Bu bağımsızlar, tutuklular...
Katı bir yasal düzenleme...
İşin içinden nasıl çıkacağız bakalım?
İçeriye giren, benim memleket dertleriyle yanıp kavrulduğumu görünce, lâfı uzatmadan sessizce kapıyı kapatıp çıkıyor.
Ben de hemen oynadığım oyunu tekrar ekrana getirip keyifle oynamaya devam ediyorum.
* * *
Sonra canım sıkılıyor.
Aklınıza gelen gibi değil.
“N’olacak bu memleketin hali?” falan diye sıkılmıyorum.
Memleket meseleleri bir şekilde çözülür nasıl olsa.
Benim canım;
Göztepe şöyle ses getiren bir yabancı transferi yapmadı.
Bu hafta oynadığım sayısal, süper veya şans topundan da bir numara çıkmadı.
Akşama biraz erken çıksam da Pasaport ’da gün batımında bir çay içsem.
Eve giderken çiğdem almam lâzım, unutursam Muhteşem Yüzyıl ’ın sezon finalini seyrederken elim boş kalır gibi, hayati önemde, kişisel meselelerim için sıkılıyor.
Sıkıntım artınca, Meltem’i telefonla arıyorum.
Daha ben “Akşama dönerken çiğdem almayı unutma, kahvaltı için de kalamata zeytini al” diyemeden bana;
“Çabuk TV’yi aç” veya “filanca bloga bak” gibi benim hiç ilgilenmediğim alanlara beni yönlendirmeye çalışıyor.
Ben de bir şey söyleyemeden, pekiyi deyip telefonu kapatıyorum.
Sonra da önüme bir kâğıt çekip başlık atıyorum.
“AKŞAM eve giderken alınacaklar”
Sonra da ilk iki sıraya “Çiğdem ve Kalamata” yazıyorum. (Benim çocukluğumda bu kalamata zeytinine Eşek Zeytini derlerdi. Her yiyişimde eşeklerin damak zevkinin ne kadar gelişmiş olduğunu düşünürüm.)
Öğleden sonra haber toplantısına katılıyorum. (TabiÓ ki mecbur olduğum için)
Hemen yemekten sonra toplantıya başlandığından toplantı başlar başlamaz beni uyku basar...
Fakat yıllar içinde çok geliştirdiğim bir tekniğim var.
Toplantıda gözlerimi açık tutarak ve horlama sesi çıkarmadan uyuyabiliyorum. Genellikle de toplantı biterken dinç ve uykumu almış biçimde uyanırım.
Toplantıdan kalkar kalkmaz odama gider, Milliyet’in internet sitesini açar “İkoncanlar Yarışıyor” ya da “Sosyetik Güzellerin Plaj Fotoğrafları“ gibi resim galerilerine bakarım.
Haliyle insan yoruluyor.
Mesai bitmeden yarım saat önce toplanır, işten tam saatinde çıkarım.
Hayat işte.
Benim de günlerim böyle geçiyor.


MELTEM’İN DERTLERİ

Meltem dünyanın sırrını mutlaka çözmek azminde olduğu için, durmadan kitap okur.
Bir memleket meselesi mi zuhur etti. Tutmayın Meltem’i.
O mesele hakkında ne kadar kitap varsa bulur, masasının üzerine yığar.
Kaynakları tarar, kitapları okuma sırasına koyar ve okumaya başlar.
Buraya kadar yaptıklarına bir itirazım yok.
O benim pufun üzerine ayaklarımı uzatarak ve koltuğa tam manasıyla yayılarak bütün gece dizi izlememe karışmasın, ben de O’nun kitaplarına.
Ama öyle olmuyor işte.
Meltem biraz okuduktan sonra problemin çözümüne beni de ortak etmek istiyor.
Hele seyrettiğim dizinin en heyecanlı yerinde bir şey sormuyor mu, kan tepeme çıkıyor.
Yine de sükûnetimi muhafaza ediyor. Aklıma ne gelirse, bir cevap verip, diziyi kaçırmadan seyretmeye çalışıyorum.
* * *
Meltem’in bugünlerde işi başından aşkın.
Masanın üzerinde yığınla Anayasa ve Kamu Hukuku kitabı var.
Geçen akşam ben Muhteşem Yüzyıl’ın sezon finalini seyrediyorum.
Veziriazam Pargalı Makbul İbrahim Paşa, Hürrem’i eski aşna fişnasıyla yakalamış. Heyecan dorukta...
Nefesimi tutmuş vaziyetteyim. Meltem bana;
- Maurice Duvarger ne diyor biliyor musun? diye sordu.
- ............?
- Maurice Duvarger’in kim olduğunu biliyor musun?
- Biliyorum tabii, dedim Çelik Bilek çizgi romanında Profösör Oklitus ve Rodi’yi İngilizler’den kurtarmak için Çelik Bilek’e yardım eden Fransız.
- Aferin, dedi Meltem.
Bildin, bildin ama sadece Fransız olduğunu bildin...
Benim söylediğim Maurice Duvarger siyaset bilimci.
Bizde de yayımlanmış, dünyadaki pek çok Üniversitede ders kitabı olarak okutulan “Siyasal Partiler” kitabının yazarı.
Kitapda nefis bir iktidarda uzun süre kalan siyasi partiler analizi var.
- ?!!!!!!!
Meltem benim boş boş baktığımı görünce benimle konuşmanın faydasız olduğunu anladı ve elindeki kitabı okumaya devam etti.
Kızdım.
- Sen söyle bakalım, dedim. Tommiks ’in sevgilisinin adı ne?
- ????????
- Yaaa, dedim. İşte böyle. Kitap okuyorum diye beni ezmeye kalkma.
Lisedeyken ben en çok kitap okuyan çocuktum.
Ders kitaplarının içine, Teksas, Tommiks, Kinova ne bulursam koyar. Dersde bile hocayı dinliyormuşum gibi yapıp kitap okurdum.
Meltem eline Prof. Dr. Mümtaz Soysal‘ın “Yüz Soruda Anayasa” kitabını aldı.
Şöyle eliyle bir tarttı, bana baktı.
- Haydi dizini seyret, dedi.
Durdu.
Kızgın olduğunu çok belli eden bir sesle, Göbeğini de kaşıyabilirsin, dedi.


UYARI!
BU KÖŞEYİ OKUYARAK VAKTİNİZİ ZİYAN ETMEMENİZ ÖNERİLİR.
UYARIYI DİNLEMEYİP OKUYANLARIN, ŞİKAYETLERİ DİKKATE ALINMAYACAKTIR.
YÖNETİM