Harun Uysal

Harun Uysal

harun.uysal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünyada var olan devletlerin tamamı ekonomik büyümeyi hedefliyor. Ekonominin büyümesi de, genel anlamda doğal kaynakların daha fazla israf edilmesine neden oluyor.
Bir yandan ekonomi büyürken, diğer yandan gelişmekte olan ya da gelişmemiş ülkelerde nüfus artışı doğum yoluyla, diğerlerinde de göç yoluyla giderek fazlalaşıyor. Ve pek tabii ki hepsinin gıdaya olan talepleri de artıyor.
Son on yılda tüm dünyada yaklaşık olarak bir buçuk milyar artan orta gelirli nüfus daha fazla et ve süt ürünleri tüketmek istiyor.
Bütün bunlardan da doğal olarak enerji ve su üretiminin arttırılması sonucu çıkıyor.
Nüfus arttıkça, ekonomi büyüdükçe artan gıda, su ve enerji talebinin nasıl karşılanacağı uzmanları kara kara düşündürüyor.
Nasıl düşündürmesin ki? 2050 yılında 2.5 milyarlık nüfus artışına karşılık, tarımsal üretimin bugünkünden yüzde 70, su miktarının da yüzde 55 daha çok olması gerekiyor. Bu öngörülen artışlara karşın dünyadaki toprak ve su kaynakları hemen hemen aynı kalacak. Sadece Afrika’da bir miktar toprak kullanıma açılacak.
Madem ki toprak ve su kaynaklarının artırılmasına olanak yok, o zaman tarım üretiminde verimliliğin artırılmasına yönelik başka çözümlerin bulunması gerekiyor.
Çözüm olarak kimi uzmanlar GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesini öneriyorlar. Ancak geleneksel ürünlerden daha verimli olmadığı, mono kültür tarımına sebebiyet vereceği ve çevresel etkilerinin belirsizliği nedeniyle birçok kişi buna karşı çıkıyor.
GDO’lar çözüm değilse, geriye daha sürdürülebilir önlemlerin alınması kalıyor. Bu bağlamda kıt olan gıda ve su arasındaki bağlantının daha başarılı bir biçimde ayarlanması gerekiyor. Bunun için suya ve tuza daha dayanıklı bitkilerin yetiştirilmesi önem taşıyor.
Yine vahşi endüstriyel tarımın yerine geleneksel işletmelerin kooperatifleşmesi desteklenerek su ve enerji kullanımının azaltılabileceği düşünülüyor.
İlk planda da gıda israfının önlenmesi önem taşıyor. İsraf, gelişmiş ülkelerde aşırı tüketim hırsı nedeniyle oluşuyor. Diğer ülkelerde ise olumsuz nakliye koşulları ile yetersiz alt yapı nedeniyle gıda ürünleri piyasaya varmadan bozuluyor. İster gelişmiş, ister gelişmemiş olsun bireylerini aydınlatan bilgilendirme kampanyaları ile gıda ürünlerinin dağıtımında daha iyi sistemler kurmak için ülkelerin daha çok bütçe ayırmaları gerekiyor.
Bu da, her yıl çöpe atılan 1.1 milyar dolar değerindeki meyve ve sebze ile 900 milyon dolar değerindeki et ve balığın değerlendirilmesi anlamına geliyor.
Çöpe atılan gıdaların kişi başına sağladığı enerjinin 215,7 kalori olduğu düşünüldüğünde, israfın verdiği zarar daha iyi algılanıyor.
Kısaca daha az israf daha az atık, daha az çöp alanı, daha az toprağın işlenmesi, daha az gübre-tarım ilacı kullanımı, daha az sera gazı üretimi, daha az enerji kullanımı ve daha az ambalaj materyali demek.
O halde israf azaltılarak, çöp bidonlarının boş kalması sağlanmalı.
Bu arada, bugün biliyorsunuz 12 Eylül faşist darbesinin 32’inci yıldönümü. Ülkedeki bütün demokratik güçleri buldozer gibi ezen böyle darbelerin bir daha bu güzel ülkede yaşanmamasını temenni ediyorum.