Süt sektörü dendiğinde; çiğ süt üretimi yapan süt hayvanı yetiştiricileri, süt toplayıcıları, süt birlik ve kooperatifleri, sütü işleyen fabrikalar, pazarlayıcılar, sektöre makine, hijyen ürünleri satanlar akla geliyor.
Bunlardan süt işleyenler birkaç kategoride tanımlanıyor. Modern koşullarda çalışan, ilkel şartlarda çalışan, aile işletmeleri ve mevsimlik çalışan işletmeler.
Sütü işleyen, yani çiğ sütü alıp ondan pastörize süt, yoğurt, peynir, tereyağı yapanlar arasında mandıra denilen küçük ve orta ölçekli işletmeler ağırlıklı bir sayıyı oluşturuyor.
Yazılarımda bugüne kadar çoğu kez, çiğ süt üreticilerinin sorunlarından bahsettim. Mandıraların sorunları olduğunu da tabii ki biliyordum ve uzunca bir süredir İzmir ve çevresinde faaliyet gösteren tanınmış bazı işletmelerden bilgiler topladım.
Gerçekten hepsinin dertli ve dertlerinin de ortak olduğuna şahit oldum. Üretimdeki en büyük sıkıntı imha edilmesi gerekirken, piyasada bazı fırsatçılar tarafından satın alınan antibiyotikli sütler.
Antibiyotik hayvan hastalıklarında kullanılıyor. Hayvana antibiyotik verilmesinden 5-6 gün sonrasına kadar bu sütler yasal olarak süt ürünlerine işlenemiyor. Dürüst çalışan süt fabrikaları sütün parasını ödeyip, sütü almıyorlar. Ancak birçok yetiştirici sütün parasını aldığı halde imha etmiyor. Bunu fırsat bilen bazı süt toplayıcıları bu sütleri litresi 35-40 kuruştan satın alıp, hileli ürün üreten işletmelere satıyorlar. Ya da hileli mal üretenler bizzat kendileri bunları topluyorlar.
Antibiyotikli sütlerden yoğurt, ayran, kefir, eski kaşar, olgunlaşmış peynir yapılamıyor. Ancak dayanıklı süt ve özellikle de taze kaşar yapılabiliyor. Hileli mamul üreten firmalar ucuza mal ettikleri kaşarı marketlerde ucuza satıyorlar. Halkımız da ekonomik nedenlerden ötürü bunları bir güzel alıp yiyor.
Sonra da antibiyotiğe karşı direnç kazanıyor, hastalığında antibiyotik fayda etmiyor ve daha güçlülerini kullanmak zorunda kalıyor. Bu ahlaksızlığın önüne geçilmesi için süt fabrikaları kendi üreticisine ait olan antibiyotikli sütleri bizzat toplamalı ve kendileri imha etmeli. Böyle yaparlarsa antibiyotikli süt ve ürünleri pimi çekilmiş bomba gibi orta yerde hem dolaşmaz, hem de haksız rekabetin önüne geçilmiş olur.
Diğer yakındıkları konu da bazı firmaların kaşara ve yoğurda kattıkları iç yağı. “Bu kadarına da pes doğrusu” dedirten bir uygulama bu. İç yağı piyasada toz halinde satılıyor. Yoğurt, kaşar ve tereyağına bazı firmalar tarafından margarin katıldığını biliyorduk ama bu konu benim de ağzımı açık bıraktı.
Düşünün kolesterolünüz yüksek ve iç yağı size yasak. Bunları yiyerek hayatınızı riske ediyorsunuz. O zaman böyle üretim yapanlara gıda teröristi denilmez de, ne denir?
Bir de hipermarketlerin geç ödeme yapmalarından doğan sıkıntılar var.
Sorun çok ancak köşe kısıtlı. Merak etmeyin yeni bilgiler geldikçe sizlerle paylaşacağım.