BRÜKSEL
Aradan 11 ay geçti. 4 Aralık 1999 tarihinde bu köşede bir yazım çıkmıştı. Şöyleydi başlığı: "Gecikmiş bir yazı: Çevik Bir Paşa..."
Yazıyı şöyle noktalamıştım:
"Gazeteci milletinin Çevik Paşa'dan bir beklentisi var. Soruyu geçen gün Cengiz Çandar sordu:
'Can Ataklı bir süre önce Öküz dergisinde yayımlanan söyleşisinde, bir generalden söz ediyor ve 'bu general Şemdin Sakık'ın ifadesine kendi yazdığı bir metni ekleyerek Cengiz Çandar ile Mehmet Ali Birand'ı suçladı; bu metin yayımlanmadığı takdirde gazeteyi batırmakla tehdit etti' diyordu. Bu generalin Çevik Bir olduğu çeşitli gazetelerde ileri sürüldü.
Öyle bir generalin olmuş olduğunu doğal olarak en başta ben biliyorum. Çevik Bir çıkıp, 'hayır bu general ben değilim' demezse, basın tarihimizdeki en çirkin komployu, o vakit sahip olduğu silah baskısıyla yapan bir kişi olarak şaibe altında kalacaktır.
Unutmayın ki, o koltuğunun hedeflerinden biri olan Akın Birdal'a 14 kurşun saplanmış ve mucize kabilinden kurtulmuştu.' (Sabah, 2 Aralık 1999, sayfa 21)
Evet, Çevik Paşa!
İki meslektaşım Birand'la Çandar o tarihlerde çok haksız, çok ağır bir iftirayla karşı karşıya kalmışlardı. Bu olayın açıklığa kavuşturulmasını gazeteci milleti sizden bekliyor."
Sorum yanıtsız kalmıştı.
Ses seda çıkmamıştı Çevik Bir Paşa'dan. 11 ay boyunca herhangi bir açıklama yapmadı.
Şimdi bu sessizliğin nedeni anlaşılıyor. Çünkü yaşanan bazı olayların ardındaki gerçek artık aydınlandı. Fazilet Partisi milletvekili Nazlı Ilıcak'ın açıkladığı bir
Genelkurmay belgesi Çevik Bir Paşa'yla ilgili bazı iddiaların doğruluğunu sergiledi.
Neydi bu belge?
Askeri deyişle bir
andıç. Genelkurmay bunun için "karargah içi çalışmalarda kullanılan, bir emir ve uygulama dokümanından ziyade, karargah içi bilgilendirme faaliyetini öngören bir format durumundadır" diyor.
Olabilir.
Ancak bu 'andıç'ın bazı
senaryolar da üretilerek uygulandığı ortaya çıkmış durumda. Bu senaryoların bir parçası olarak Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand kamuoyu önünde vahim iftiralara, gerçek dışı, haksız suçlamalara hedef yapılmışlardı. Kişilik hakları ağır biçimde yaralanmıştı.
Aslında sözü uzatmak gerekmiyor.
Genelkurmay açıklamasıyla da doğrulanan bu 'andıç'ın çerçevesini çizdiği olay
'Avrupa standartları'na aykırıdır.
Hukuk devleti anlayışına aykırıdır.
Hukukun üstünlüğüne aykırıdır.
Ahlaka aykırıdır.
Hukuku hiçe sayma özgürlüğüne demokrasilerde hiç kimse sahip değildir. Bu bakımdan kimsenin aycalıklığı yoktur. Adı hukuk devleti olan düzenlerde hiç kimsenin hukuku çiğneme özgürlüğü olamaz.
Hukuk devleti diyorsak, hukukun üstünlüğünden söz ediyorsak,
'Avrupa standartları'nı önemsiyorsak, o zaman 'andıç olayı'nın hesabını sormaktan başka çaremiz kalmaz.
Hukukun dili budur.
Türkiye'nin 1980'lerde, 1990'larda şiddet ve terör açısından nasıl acılı ve güç bir dönem yaşadığını çok iyi biliyorum. Sağduyu ve vicdan sahibi herkes gibi ben de PKK'ya karşı Silahlı Kuvvetlerimizin büyük özverilere katlanarak yıllar boyu vermiş olduğu mücadelenin
haklı ve meşru olduğu konusunda en ufak bir kuşkum yok. Bu zor günler içinde askerimizin verdiği şehitler, gaziler ve katlandığı fedakarlıklar hiçbir zaman unutulmayacak.
Ancak altını birçok kez çizmiş olduğum bu gerçekler de bana iki noktayı hiçbir zaman unutturmadı:
Hukukun üstünlüğüne olan inancımı...Ve gazetecilik mesleğimi...
Askerimizin
Güneydoğu'daki mücadelesinin
haklı ve meşru olduğunu savunurken, yeri geldiğinde hukukun üstünlüğü ve insan hakları açısından askeri eleştirmekten geri kalmadım.
Yine bütün bu yıllarda Güneydoğu ve Kürt sorununu yakın takipte tutarak gazetecilik mesleğimin gereğini yapmaya çalıştım. Yorumlarımda, bölücü terör ve şiddet karşısında
Birleşmiş Milletler gözlemci heyeti gibi tarafsız kalmadım. Fakat gerçeğin peşinde koşarken, gazeteciliğin gerektirdiği objektifliğe ters düşmemek için hiç kuşkusuz çaba sarf ettim. Daha önemlisi,
devlet yönetmek ile
gazetecilik yapmak arasındaki çizginin her zaman ayırdında oldum.
İyisi, kötüsü...
Gazetecinin de iyisi kötüsü vardır. Gazeteci de insandır, yanılabilir, hata yapabilir.
Aynı gerçekler asker için de geçerlidir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu geçen 30 Ağustos'ta gazetecilerle sohbet ederken, politikacıların kendilerini artık
'Avrupa standartları'na uydurmalarını temenni etmişti.
Haklıydı.
O tarihteki bir yazımda bu haklılığını belirtirken,
Avrupa standartları açısından askerin de kendisine artık çekidüzen vermesi gerektiğine işaret etmiştim. İşte
andıç olayı da bu konudaki kanımı güçlendirmiş oldu.
Sayın Kıvrıkoğlu,
Andıç olayı
'Avrupa standartları'na gerçekten uymuyor.
Son bir not:
Yedi yıl keyifle çalıştığım
Sabah gazetesinin Cengiz Çandar'a muamelesinin de
'Avrupa standartlığı'na ters düştüğünü belirtmek isterim.
Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr