Habertürk ekranında Murat Bardakçı’nın “Tarihin Arka Odası” programının, ince, uzun, zayıf, naif bir konuğu var, altyazı şöyle:
“Atatürk’ün amcasının torunun çocuğu Yurdun Söğütlügil.”
Televizyonu geç açtığımız için altyazıdan bir şey anlamıyoruz, söylenip duruyoruz:
“Atatürk’ün amcasının, yani babasının kardeşinin torununun çocuğuymuş... Nereden çıktı bu akrabalık? Şimdiye kadar hiç duymadık!”
Program ilerledikçe anlıyoruz ki, hayali bir torun değil, gerçek. Yurdun Söğütlügil, orta halli bir ailenin çocuğu, uzun yıllar özel şirketlerde çalışmış, müziğe meraklı, bir insan, tertemiz yüzlü...
* * *
Murat Bardakçı “onları” şöyle anlatır:
“Atatürk’ün amcasının oğlu olan Salih Efendi, Selanik’ten Üsküp’e göç eder, orada rüsumat, yani gümrük başkâtipliği yapar ve bu vazifeden emekli olur. İki defa evlenmiştir, ilk hanımının adı Faika, ikincisinin adı Müberra’dır. Faika Hanım’dan Zeliha adında bir kızı, Müberra Hanım’dan da Nafia, Vüs’at, Zeynep, Kemal ve Necati isimlerinde üç kızı ile iki oğlu vardır. Aile bugün hiçbiri hayatta olmayan bu çocukların evlatlarından devam etmekte ve torunlar Söğütlügil, Orcay, Kanıpak, Anıl, Özdamar, Evyapan, Altay, Apaydın, Gülenç, Erbatur, Yorgancı, Tosun ve Eke soyadlarını taşımaktadırlar.”
* * *
Peki, aile Üsküp’ten Türkiye’ye nasıl gelir:
“Salih Efendi’nin çocukları, 1920’li senelerde Üsküp’ten İstanbul’a gelir ve burada yerleşirler. Türkiye’de o sırada cumhuriyet ilan edilmiş, Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı olmuştur. Paşa akrabalarıyla alakadar olur, ailenin bazı gençlerinin askerliklerini yanında, yani Çankaya Köşkü’nde yapmalarını sağlar ve vefatından sonra kız kardeşi Makbule Atadan da kuzenleriyle ilgilenir...”
* * *
Atatürk, akrabalarıyla hiç ilgilenmez mi?
İlgilenmez olur mu?
Onlardan birinin nişanını Dolmabahçe Sarayı’nda yaptırır...
“Atatürk, amcasının oğlu Salih Efendi’nin çocuğu olan ve sonra ‘Erbatur’ soyadını alacak olan Necati Bey’in nişanını Dolmabahçe Sarayı’nda yapmış ve nişan ile ilgili haberler, İstanbul gazetelerinde de yer almış...”
* * *
Murat Bardakçı istediği kadar ısrar etsin, belgeleri ortaya döksün, hatta Yurdun Söğütlügil’in otuz kırk yıllık liseden arkadaşları telefonda “Aaaa, bizim Yurdun, Atatürk’ün kuzeniymiş, yıllarca bize hiç söylemedi, bilmiyorduk!” diye hayret etsinler, doğrusu biz hâlâ inanır gibi değildik...
Atatürk’ün kaç kuşak ötesi akrabası olacaksın da...
Hani gemiciklerin, hani takıcıkların, hani şirketlerin, hani işyerlerin, holdinglerin, hani köşklerin, yalıların... nerede bunlar?
Böyle akrabalık olur mu?
Çocuğunu okutacak zengin bir dostu bile yok...
Kızı Ayşe Söğütlügil Koç Üniversitesi’nde okuyor, konservatuvara devam ediyor, piyano çalıyor.
Dedik ya, olacak iş değil!
* * *
Murat Bardakçı’yı aradık, kuşkularımızı söyledik:
“Hani hanlar, hani hamamlar, apartmanlar, gemicikler, holdingler?”
İzleyenler bilir, Murat Bardakçı, program sırasında elektronik postayla gelen bazı sorulara köpürür, kızar. Elinden gelse göndereni dövecektir, bizim sorumuza da ilk tepkisi böyle oldu, lakin biz ısrarla “Hani nerede bu mallar, bu mülkler, işler, şirketler?” deyince anladı, başladı gülmeye...
* * *
Evet, Türkiye’de böyle insanlar yaşadı ve yaşıyor.
Rahmetli Başbakan Menderes, büyük oğlu merhum Yüksel’e “Aman kendini bu işlerden sakın!” diye tembih etmemiş miydi?