Hasan Pulur

Hasan Pulur

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çarşamba günü öğle üzeri bir yıl önce kaybettiğimiz büyük oğlumuz Korkut’un mezarı başında toplanmıştık, hocaefendi Kur’an okuyordu, gözyaşlarımızı zor tutarken acı haber geldi:
“On bir askeri daha şehit ettiler!”
Bir an kendimizi “şehit babası” sandık, evlat acısını çekenler bilir...
Biz oğlumuzu “menhus” hastalıktan kaybetmiştik, kurtulması için her türlü imkân kullanılmıştı, ameliyat, bakım, ilaç, tedavi...
Hiçbir şey akıbeti değiştirmedi, oğlumuz, evladımız kopup gitti...
Çaresizdik!
* * *
Ya “şehit babası” olsaydık?
Ya terhisine birkaç ay ya da gün kala vurulsaydı...
Mehmet Âkif’in dediği gibi:
“Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor”
Mehmet Âkif, Çanakkale’de vurulanlar için söylemişti; ha Çanakkale ha Hakkâri, ne fark eder?
Mehmet Âkif’in “Bir hilal uğruna” dediği “Bir vatan uğruna” demek değil midir?
Evlat acısı başka acıya benzemiyor...
Evladın yerine kimi koyabilirsin ki!
Boşuna “Evlat acısı, ciğer yarası” dememişler, tedavisi olmayan bir yara...
Hele evladın, aslan gibi oğlun şehit olmuşsa...
* * *
Orhon Murat Arıburnu “Şu trampetler çalmasa” der...
Trampetler yine çalacak, şehitler ölmez diye haykırılacak, “Vatan bölünmez” diye de sanki garanti belgesi verilecek...
Biraz vakit geçince de ölüm acısı yumuşatılacak:
“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!”
İyi de, elde sağ kalırsa...
* * *
Böyle bir günde siyaset yapmak abes...
Yoksa söylenecek o kadar çok söz var ki!
Şu kadarını söyleyelim, içimizde kalmasın...
Bu hale bizi “Kürt sorunu yoktur!” diyenler getirdi.
Adamın dili var, şarkısı var, müziği var, yok diyebilir misin?
Yok denince yok olmuyor ki!
Hele hele “terörle bir yere varılmaz!” diyenler...
Hele sizler, hele sizler...