Hasan Pulur

Hasan Pulur

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hadi biz de, iri, fiyakalı lafla yazıya başlayalım. İri iri fiyakalı laf edenleri “sosyal siyaset bilimcisi” diye pohpohluyorlar ya!
Biliyorsunuz son günlerde bir laf çıktı ortaya “mahalle baskısı”, ne demek? “El âlem ne der” lafının bilimcesi...
Sanki yeni bir lafmış gibi...
Oysa 30 küsur yıl önce biz “mahalle baskısının” ne olduğunu açıklamışız, hem de örnekle...
Buyrun 23 Eylül 1977 tarihli yazımızı, bu köşede yazmışız.
* * *
Yıllarca bankada çalışmış, memurluktan başlamış, yüksele yüksele müdürlüğe kadar gelmişti. Müdür olmak için de Anadolu’ya gitmesi gerekiyordu. Ataması yapıldı ve Anadolu’nun bir ilçesine müdür olarak geldi. İlk günler gayet iyi geçti, gelenler gidenler, hoş geldin diyenler çoktu. Fakat giderek ziyaretçiler azaldı. Sadece ziyaretçiler azalsa iyi, müşteri de elini ayağını çeker olmuştu. Mevduat da anlaşılmaz bir şekilde azalıyordu. Rakip bankanın mevduatı artarken onun bankasında hesap kapatanlar çoğalıyordu. Bunca yıl uğraşıp didindiği müdürlük tehlikeye girmişti. Mevduatını çoğaltmayan, çoğaltmak şöyle dursun azaltan müdüre bankacılıkta iyi gözle bakmazlardı...
* * *
Bir gün odasında kara kara düşünürken odacı kahve getirdi. Odacı ilçenin yerlisindendi, ağzını yokladı:
“Mehmet oğlum, niye bizim bankanın müşterileri azaldı?”
Odacı boynunu büktü:
“Bilmem ki beyim!”
Odacının dilinin altında bakla olduğu belliydi.
Üzerine gitti:
“Hadi söyle bakayım sen bilirsin...”
Odacı nazlanıyordu ya da çekiniyordu:
“Söyle söyle, kızmayacağım!”
Odacı hafiften gülümsedi:
“Beyim bizim buralar çok mutaassıptır...”
“Eeee biz ne yaptık? Kimin dinine imanına karıştık.”
“Estağfurullah beyim, o nasıl söz, öyle değil de...”
“Ya ne? Söyle o halde!”
Odacı yutkundu:
“Beyim senin evde rakı içtiğini duymuşlar da...”
* * *
Akşam şehir kulübünde dertli dertli otururken kaymakam yanaştı:
“Hayrola bankacı derdin ne? Karadeniz’de gemilerin mi battı?”
Banka müdürü başına gelenleri anlattı.
Kaymakam gülümsedi:
“Kolay!”
“Nasıl kolay kaymakam bey? Bir kere duyulmuş...”
“Duyulsun, biz de başka türlü duyururuz.”
“Nasıl duyuracağız?”
Kaymakam elini omzuna attı:
“Biz bu saçları değirmende ağartmadık! Kaçın kurasıyız biz! Sen namaz kılmasını bilir misin?”
“O halde sen bu cuma camiye git, gerisine karışma...”
* * *
Banka müdürü, kaymakamın dediğini yaptı, cuma namazını cemaatin ortasında kıldı, bankaya döndü, biraz sonra ilçenin hoparlöründen bir ses yükseldi:
“Dikkat dikkat! Falan bankanın müdürü filanın bugün camide ayakkabıları kaybolmuştur. Görenlerin, bulanların bankaya götürmeleri rica olunur.”
Ayakkabı kayıp ilanı akşama kadar duyuruldu.
Banka müdürünün camiye gittiğini, namaz kıldığını ve ayakkabılarını kaybettiğini ilçede duymayan kalmamıştı.
İki gün sonra bankada işler öyle bir açıldı ki!
* * *
“Mahalle baskısı” yeni bir vakıa değil, 3 yıldan beri var, herhalde daha da öncesi de...