Piyasalar kamu kesiminde yapılacak reformun hükümet tarafından açıklanmasını ve IMF’nin de bunu onayını bekliyor. IMF pranın ucunu gösterecek, 2002 bütçesi de bağlanacak. Ancak şu andaki temel belirleyici global siyasal konjonktür. 11 Eylül sonrası dönem Türkiye’yi bambaşka bir düzleme çekiyor. Üstelik daha aktif bir rolü Türkiye bir türlü üstlenemezken.
11 Eylül’ün dönyada önemli bir dönemeç olduğunu birçok yazar belirtiyor. 11 Eylül Batı’nın kendisine farklı gözlükle bakmasını sağlıyor, dünyayı da daha iyi tanımak için bir çığır açıyor. Huntington’ın tezini anımsatırcısana; Batı "İslam’la" olmasa bile "radikal" İslam’la ve Ortadoğu’daki otokratik rejimlerle mücadele etmek istiyor. Kuşkusuz, dışsal etkilerle siyasal rejimlerin yıkılması pek olası değil. Hele hele Hıristiyan Batı tarafından. İslam dünyasında demokrasisi en gelişmiş ülke Türkiye olduğuna göre, Batı’nın önemli değişimler başlatabilmesinde Türkiye’ye müthiş gereksinimi bulunuyor.
Önceki gün Amerika’nın ünlü Wall Streeet Journal gazetesinde Matthew Kaminski imzalı bir makale yayımlandı. Kaminski, bölgede Türkiye’nin Rusya ile birlikte çok kritik rolleri bulunduğunu vurguluyor. Londra Ekonomi Okulu (LSE) profesörlerinden William Wallace’in de belirttiği gibi (Cesuryürek Sir William Wallace ile alakası yok. Sadece isim benzerliği. O yüzyıllar önce yaşamıştı ve bilim adamı değil, askerdi!) Avrupa miyopik, yani uzağı göremiyor. Rusya’yı aşırı önemserken, Türkiye’yi de fazlasıyla göz ardı ediyor. Oysa, NATO’nun sadık bir üyesi olan Türkiye’nin, ılımlı İslami demokrasisiyle 11 Eylül sonrası verdiği askeri desteğin farklı bir anlamı bulunuyor.
Avrupalı liderler ise Kıbrıs, AB genişleme süreci ve Avrupa otonom güvenlik gücü konularında Türkiye ile ciddi görüş aykırılığı içindeler. Üstelik birçok Avrupalı, Türkiye’nin aksine, insan haklarının 11 Eylül’le daha önemli hale geldiğini düşünüyor. Yani terör Türkiye’nin anlatmak istediği gibi değil, insan haklarıyla algılanıyor. Özellikle de sosyal demokrat kesim tarafından. Ve unutuluyor ki, Türkiye AB’nin doğuya genişlemesinin, yahut da Avrupa Ortak Güvenliği’nin en vazgeçilmez unsurunu oluşturuyor.
Kıbrıs, Türkiye - Avrupa ilişkilerinin temel parametrelerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Türkiye, Kıbrıs sorunu çözümlenmeden Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını istemiyor. Yunanistan ise, Avrupa’nın Kıbrıs’la ilgili çözüm önerilerinde uygunsuzluk görürse, tüm yeni üyeleri veto ile durduracağı tehdidini savunuyor. Güney Kıbrıs, AB’ye girerse ne olacak? Ya Kuzey Kıbrıs dışarıda kalacak, ya da Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı ilhak edecek. Her iki durum da sorunları daha da büyütecek. Çünkü hiçbir dünya devletinin tanımadığı bir oluşum ortaya çıkacak...
Türkiye’nin AB üyeliği serüveninin hayli uzun süreceği malum. Ama ilerleme kaydetmediğimiz de bir başka gerçek. Bu yolda engellerimiz olsa bile, zaman zaman fırsatlarımız da oluşuyor. Düşünüyoruz, bu fırsatları kaçırmamamız için Kaminski’nin uyarması mı gerek? Piyasalara da hatırlatalım; Batı için ne kadar öneminiz varsa o kadar para alırsınız. IMF toplam kredilerinin dörtte birini aşan bir miktarı Türkiye’ye veriyorsa, bu Batı’nın bizi önemsediğindendir.