Arjantin ve Türkiye.. Borç batağındaki bu iki ülke son zamanlarda IMF’nin başına bela olmuş durumda. Ancak artık Türkiye giderek Arjantin’e daha az benzetiliyor. Türkiye yüklü yardımı şu veya bu nedenle koparırken, Arjantin’in sıkıntıları sürüyor. Arjantinliler geçen hafta Washington’a yaptıkları çıkarmada bol nasihatle döndüler.
Barry Eichengreen Berkeley’de bir profesör, aynı zamanda da IMF’nin üst düzey danışmanlarından. Şu aralar Global Development Finance dergisinin 2002 sayısında çıkacak "Krizden çıkma ve yönetimi: Arjantin ve Türkiye’den alınacak dersler var mı" makalesinin taslağı elden ele dolaşıyor. 32 sayfalık makalenin bir özetini okurlarımıza sunuyoruz:
Eichengreen her iki ülkenin kura dayalı istikrar paketi uygulayarak kriz noktasına geldiklerini anımsatıyor;
Kamu maliyesinde, özellikle harcama bacağında konsolidasyon, yani derlenme, eksik kalmış,
Kur politikası rekabet gücünü aşındırmış,
Reel faizlerin hızlı düşüşüyle tüketim patlaması yaşanmış,
Cari açıklar (örneğin dış ticaret açığı) ortaya çıktığında kurda ayarlama yapılması hükümetin kredibilitesi ve bankaların mali durumlarının sarsılmaması için göz ardı edilmiş, ve
Bu cari işlemler açığı (ülkenin net döviz gideri) sürekli sıcak para girişi ile telafi edilmeye çalışılmış.
Eichengreen Türkiye’nin bu noktaya gelişinde depremlerin, yükselen petrol fiyatlarının, doların uluslararası değerinin artışının ve global soğumanın, yani iradesi dışındaki etmenlerin, etkili olduğunu kabulleniyor. Ancak Kasım 2000 krizini bankacılık sistemindeki sorunların getirdiği aşırı rekabetin kumarı olarak niteliyor. Sorunlu bankaların ani bono satışlarının faizleri yükselttiğini ve bunun yabancıları kaçırdığını belirtiliyor. İlk birkaç günden sonra kuru korumak için MB likidite vermeyi kesince faizlerin büsbütün patladığını ekliyor. (Ancak bu görüş Merkez Bankası tarafından IMF’ye verilen çarpık bir bilgi. Oysa kasım krizinde gecelik faizler patladığında bile bono faizlerinde bir süre yükselme gözlenmemişti.)
Her iki ülkede de istikrar programının gerektirdiği kredibilite ve eşgüdüm kur politikası ile aşılmıştı. Üstelik Fischer’in de belirttiği gibi kuru istikrara kavuşturmadan yüksek dozlu enflasyonları da indirmek mümkün değildi. Ancak bu tür sistemlerden çıkışlar da (1990’lı yıllarda) hep krizlerle olmuştu. İki istisnayla; Polonya ve İsrail. Ama her ikisine de dış ekonomik konjonktür çok yardım etmişti. Kaldı ki, bu tür kur sistemleri kısa vadedeki istikrarı uzun vadeye kurban ederek sağlıyordu.
Arjantin’de kur ayarlamaları sepet gözetilmeksizin yapıldığı için Türkiye deneyiminde dolar ve mark alaşımlı sepet esas alınmıştı. Ama bankalar 18 aylık geçiş döneminde güçlenmek bir yana, aksine döviz açık pozisyonları (net döviz borcu) konusunda daha riskli hale geldiler. Hükümetin kur taahhüdü bu tutumu (bir ahlaki çöküntüye yol açarak) daha da artırmıştı. Yurtdışından sürekli döviz cinsinde borç alıp Hazine bonosu alarak, bu açık pozisyonu da bilanço dışına taşıyarak yüksek karlar yaptılar. 9 ayda bankaların açık pozisyonu ikiye katlandı. Ama bu kasımda kurun serbest bırakılmasını zorlaştırıyordu. Bazıları IMF’den yardım karşılığı, kurun serbest bırakılmasını istese de, bankaların sarsılması kaygısıyla göze alınamadı.
Eichengreen’e göre krizden bu yana Türkiye mali konsolidasyonu büyük ölçüde tamamladı, cari işlemler açığını artıya geçirdi ve sıcak paranın vazgeçilmezliğini ortadan kaldırdı. Sıcak para konusu Rodrik (Harvard’da bir Türk profesör) ve Velasco tarafından da irdeleniyor. İki uzman sıcak parayı mali kırılganlığın bir nedeni olarak görürken, Eichengreen aynı zamanda bunu bir sonuç olarak da görüyor. Kısa vadeli borçlanma bir kriz göstergesi ve zamanla çok yüksek istikrarsızlıklara, krizlere neden oluyor. Tabii kriz riski de borçlanmanın vadesini kısaltıyor.
İlginçtir: gerek Arjantin’de, gerekse Türkiye’de yapılan takaslar (piyasaya dayalı vade uzatma) olumlu karşılanıyor. Hatta Arjantin’de yapılanın bir ölçüde ek faiz yükü getirmesine rağmen, Türkiye’de 5 ay vadeli kağıtların 37 ay vadeli kağıtlarla değiştirilmesinin bütçede 4.8 milyar dolarlık ödeme ertelemesi sağladığı belirtiliyor. Borç yönetiminde temel sorunlardan biri hızla büyümeye geçilmesi. Her iki ülkede de büyüme sorunu bulunuyor. Ve eğer büyüme sağlanamazsa durumun kötüleşeceği aşikar. Yani iş dönüp dolaşıyor, 2002 yılının büyümesine geliyor.