Berkeley’li profesör ve IMF’nin danışmanlarından Eichengreen’in raporunu özetlemeyi sürdürüyoruz. Eichengreen, Türkiye’nin kriz öncesi kamu maliyesindeki gediğin (yani konsolide bütçe açığının milli gelire oranı) iki yılda yüzde 12’den, yüzde 23’e çıktığını belirtiyor. Bu felaket daha çok kamu bankalarının görev zararlarından kaynaklanıyor. Ve bu nedenle Eichengreen faiz - dışındaki bütçe tasarrufunun bu yıl milli gelire oranının 2.5’den 6.5’e yükseltmesini çok olumlu buluyor.
Eichengreen sıkı maliye politikasının büyümeye engel olabileceğini, bunu aşabilen yalnızca iki ülkenin bulunduğunu anımsatıyor: Danimarka ve İrlanda. Her ikisine özellikle dış konjonktür yardım etmiş. Üstelik vergi artışı yerine harcamaların azaltılması, güçlü ve kalıcı hükümetlere sahip olmaları bunu desteklemiş. (Bir hatırlatma: Alesina, Perotti ve Tavarres yaptıkları ortak çalışmada koalisyon hükümetleriyle reformların becerilemeyeceğini ortaya koyuyor. Harcamalardaki kısıntılar ancak reformlarla kalıcı olabiliyor. Aksi her taviz ise döviz kurunun yükselmesine neden oluyor.)
Ancak Eichengreen Türkiye’nin kaydettiği gelişmeler konusunda hayli umutlu. Olumsuz koşullara rağmen vergi tabanını genişletilmesi; bütçe - dışı fonların kaldırılması; kamu bankalarının bütçede kaynağı olmayan görev zararlarıyla, KiT’lerin zararının ortadan kaldırması onu hayli etkilemiş.
Türk Hazinesi bir süre piyasalardan pahalı borçlanmamak için çok - taraflı kurumlardan (G - 7) borçlandı. G - 7’ler ise bunun ahlaki çöküntüye yol açması kaygısını (sürekli borç alma kolaylığının getireceği harcama kolaycılığı) taşıdı. (Bakan Derviş’in son zamanlarda "Bu borçtur, hibe değil" demesi de buradan kaynaklanıyor.) Ancak krize girildiği takdirde ortaya çıkacak uluslararası etkiler (yani bulaşma riski) G - 7’leri daha da kaygılandırdığından ek borç veriyorlar.
Arjantin’de likidite değil, ödeme sorunu bulunuyor. Yani sorun dövizde değil, kamu açığı ve iç borçta. Türkiye’nin ise durumu biraz farklı; sorunlar bankacılık ve kamu maliyesinde, ama sürekli azalıyor.
Arjantin’de "sıfır - açık yasası" reformu, Türkiye’de de "bankacılık kesimi reformu". Her iki ülke de katalitik yaklaşımı üstlenmiş bulunuyor. Yani gönülsüz, kumandalı yeniden yapılanma yerine, özel kredilerle likidite krizinin aşılması. İlki ödeme sorunları olan ülkeler için geçerli olsa bile, ikinci yöntem likidite sorunları olan ülkeler için geçerli. Arjantin bu nedenle zorlanıyor, Türkiye bu nedenle yol alıyor.
IMF birkaç ay önce Türkiye’de piyasaların güven sorunu yaşamasına şaşırıyordu. İki numaralı yönetici Fischer’in özel olarak Türkiye’ye kadar gelip basınla bu konuyu görüşmesi buradan kaynaklanıyordu. Fischer "Bu program piyasanın güvenini kazanmazsa başarılı olamaz. Ve eğer faizler bu yüksek düzeyde kalırsa programda değişiklik yapılması kaçınılmaz olur. Enflasyon düşüyorsa faizler de düşecektir" diyordu.
Bu tür programlar özel kesimin aniden ülkeden çıkışı üzerine, çok taraflı bir kurum olan IMF’nin girişi ile tamamlanır. Zamanla güven sağlanınca tersinin oluşması beklenir. Türkiye’de bu henüz gerçekleşmiş değil. Ama hayli mesafe aldığımız da ortada. Bu arada belirtelim: Eichengreen önceleri sıkı bir para kurulu savunucusuymuş!